31 Mart 2009

efendim?

sabah annemle kavga ettiğimiz bir rüyadan somurtarak uyandım. asık suratımla evin içinde dolandım, dayanamadım anneme gittim rüyamı anlattım "böle böle böle yaptın ben de böle böle dedim." diye. o da "o zaman öpeyim de barışalım." dedi, öpüştük barıştık.
asık suratım normal formunu bulunca, ki bu da dün gece dönüp dönüp uyuyamamamın sonucu öğleden sonra uyandığımdan bir 3'ü buldu blogk dost, başladı o şahane "kitap okumalıyım" sıkıntısı. döndüm dolandım, kendime ertelediğim şeyleri yapma gazı verdim, oyalandım. sıkıntı da büyüdü büyüdü boğazıma oturdu, derken dayanamadım kendimi turgut özben'e teslim ettim, başladık selim ışık 101'e birlikte. benim için ilk, turgut için bilmem kaçıncı kere. bir türk edebiyatı dersinde tanışmamalıydık selimciğim. sana rahmet, bana sağlık olsun.
derken, gün de geçti işte böyle, şimdi ıslak kafayla kısa saçlarım gözlerimin önünde perde olmuş bir şekilde, yanımda burun spreyim saç kurutma makinemle kamburcana oturuyorum.
bu hafta kısmetse etrafta çok görünmeyip, dizi, internet vs sekmeyip kendimi kitaplarıma vereceğim, hafta sonu yapılacak olan medeniyetler zirvesi'nde çalışıyorum çünkü. vakit 0. bugün ajanstan arayıp 2 fotoğrafımı istediler. konuştuğum arkadaş fotoğrafın nasıl olması gerektiğini sorduğumda "görüşmelerde kullanacağız, iyi olduğunu düşündüğün 2 normal fotoğraf olacak fazla ... olmasın" dedi. nokta nokta noktalı kısım janjanlı idi sanırım blogk :S o kadar inanmak istemiyorum ki, iyi duymamama rağmen tekrarlatmadım, sessizce yanlış anlamış olma olasılığıma sığındım. eli yüzü düzgün iki fotoğraf seçip gönderdim. cuma günü de bir görüşme olacağına dair rivayetler vardı, bakalım daha neler görücez.

önümüzdeki bölümlerde:
hangi devlet büyüklerine ayak yolunu gösterdim?

obama'nın burnunu tutabildim mi?
hepsi ve çok daha fazlası, seninle olacak blogk.

30 Mart 2009

campus announcements

between me and iricik

Stalkers: Finding Their Way onto the Internet


Stalking is far more common than most people believe. 1 in 12 women and 1 in 45 men will be stalked in their lifetime. The average duration of stalking is 1.8 yrs and 80% of stalking victims know their attacker. Learn the facts and ways to better protect yourself against stalking and cyberstalking by attending the panel discussion entitled, "Stalkers: Finding Their Way onto the Internet."

The panel will take place on Tuesday, March 31 from 3:30 - 4:30 pm in the Curris Center Barkley Room. PANELISTS: Wesley Spencer, Vonnie Adams, and Trooper Dean Patterson. Call the Women's Center @ 3140 for more information.


tenks iricik, biraz şort notis ama al bi der.

29 Mart 2009

kings of convenience



şahane bir video, ya da şahane bir şarkı olduğundan değil.
"böyle rahatlığa böyle grup ismi olurdu ancak" tepkisini vermeme sebebiyet verdiği 5 sene öncesi için :)

oy ver

dim. mutsuzluğumun tarifi yok.

23 Mart 2009

kıtipiyoz

huzur okuyorum, o kadar uyku bastı ki utanmasam uyuyacaktım 10 buçukta, ama utanmalıydım nitekim 11de uyanmıştım sabah ve bundan önceki iki günü de gayet iyi uyuyarak geçirmiştim. neyse, uyumadım ve burdayım. ama aramızda kalsın, kitabı kaplıyorum şu an. evet bildiğin kaplıyorum, eşek kadar olduğu için kendisi en-boy olarak ve de şevk geldikçe okuyayım diye bi süredir çantamda gezdirdiğimden azıcık yıpranır gibi olmuştu, kıyamadım. sanırım ikinci kez okumaya yelteneceğim bir çok kitabım da aynı kadere maruz kalacaklar. ha bu arada sakin, şeffaf kaplama kağıdı kullanıyorum.

güzel haberler: kitap aldım bugün, oğuz atay - tutunamayanlar , jale parla - babalar ve oğullar. ve de ucuza aldım mutluyum.
it's blitz'in kapağını t-shirt baskısı olarak kullanmaya karar verdim. güzel bir t-shirt bulmayım önce fekat. t-shirt demişken, bak bak : ammevelakin

kötü haberler: nakit sadece 15 milyonum var.
garip alerjik reaksiyonlar gösteriyorum, şu an parmaklarım kaşınıyor mesela. korkuyorum.


kitabım beni bekler, çav!


östrojenin gücünü küçümsememeliyiz.

*buna bakıyordum da, kafamdan şöyle şeyler geçtiğini farkettim : "ulen çok param olunca devamlı ayakkabı alayım ben, ne güzelmiş yeaaa". salya seviyem de normalin üstündeydi bunları düşünürken. ciddiyim yani baya. ona göre blogk.

*bu bir linktir: ayakkabım ol.

21 Mart 2009

dün - bu sabah

1 saat önce uyandım, gördüğüm rüyaların haddi hesabı yok. bi de çok komikler ve ne yazık ki şu an buraya yazabilecek kadar hatırlamıyorum hiçbirini. 2 gibi yattım gece, çok geç sayılmaz yani, yatmadan önce de herzamanki gibi bir şeyler izledim, rüyalarımdaki ucundan fantastik havada izlediklerimin etkisi de malumunuz. sabah annem beni uyandırabilmek için bi beş kere filan geldi odama sanırım. bi ara "s hadi ama bak baban seninle kahvaltı etmek istiyor" dediğini hatırlıyorum. gel de vicdan azabından ölme şimdi. şimdi de evde değil zaten, üff.
nihayet uyandığımı görünce çay getirdi atilla, selahattin dönmez çayı, metabolizma hızlandırıcı :D şahane bi aileyiz. ben bunları yazarken glen de bi yandan

get me an ugly wife
no man will look twice
i can fall asleep at night
and dream of someone else

diyor. glen kim mi? buyur.

akşam aşağıdaki diyaloğun yaşandığı bir santralistanbul kokteylindeydik, kokteyl nerde biz orda zaten blogk. seda da geldi bu sefer, bi de finlandiya'dan transfer, dokunulma fobili bi arkadaş da vardı aramızda, kombinasyonu sen tahmin et :) çok güzel vakit geçirdim ama, yeni fantastik sergide egem'in holgaylan çektiği fotoğrafları da çok merak ediyorum! hepimizin sanatı geldi zaten dün, en son can aynamla new forms of expressions arayışlarındaydı. ehea.

kahvaltı etmeliyim. sevgili günlük. sonra da huzur beni bekler. gideyim.

20 Mart 2009

johanson

s: yeah, they've been like this the whole day. the girl's from our class and d has a crush on her.
j: what?
e: he has a crush on everyone who has a vagina you know.
m: ohohohhooaaaehea
s: -pointing to j- hey, he's staying with him!
j: i'm not naive you know.

19 Mart 2009

23:59

odamdayım, yatağımın üstünde dizlerimde battaniyeyle oturuyorum. yatağımın dayalı olduğu duvardaki fotoğrafların yansıması ekrandan görünüyor.
üst komşularımız, kaç yıllık evli olduklarını bilmediğim çocuksuz bir çift, tartışıyor. kadının yer yer yükselen sesi halihazırda gergin sinirlerimin üzerinde geziniyor. ciddi bir konuşmaya benziyor, yaklaşık bir hafta önce yine aynı yerde, yatağımın üzerinde duyduğum başka bir konuşmanın devamı gibi. "ayrılırız" diyor kadın, bu sefer yer yer yükselen ses adamın sesi, roller de sesler gibi farklı. "tehdit mi ediyorsun yani?" diyor. dinlememeye çalışıyorum, ama işte dinlememi istiyorlar bir yandan da bağırmanın doğası gereği. dayanamıyorum, salona gidip başka bir çifte, annemle babama "kavga ediyorlar, duydunuz mu?" diyorum. annem tahminlerini sıralıyor, babam hem kaygılı hem de umursamaz bakıyor, ikisini de aynı anda başarıyor olmasının nedenini benim söylediklerime değil kafasının içindekilere bağlıyorum.
ama bu sefer böyle değil, yani sesler farklı, ben bunları yazarken de sustular zaten, alay ediyorlardı birbirleriyle, doğal olmayan, can yakmak isteyen her konuşmadaki o garip ton vardı ikisinde de. geriliyorum.

gerçi gerilmeme de gerek kalmıyor, konuşma sonrasındaki sessizliğin yerini maç yorumu programlarından birinin sesi alıyor. evin içi gözümde canlanıyor, çok üzülüyorum, hepsinin benim kurmacam olduğunu düşünmek istiyorum, aksi inanılmaz bi mutsuzluk yarabbi, düşünmek istemiyorum.

sığ(a)mıyorum. çok kızıyorum. umursamadan edemiyorum. önem veriyorum, kurup, tekrar yıkıp, kurmamaya karar verip arkamı döndüğümde ise beni bekleyen hiçbir şey göremiyorum. başka bir döngüye ihtiyacım var.
dedim ya, sığ(a)mıyorum.

18 Mart 2009

Sisyphos

Adına ilkin Odysseia'da rastlanır. Hades'te gördüğü Sisyphos'u şöyle tanımlar Odysseus:

Sisyphos'u gördüm, korkunç işkenceler çekerken

Yakalamış iki avucuyla koca bir kayayı,
ve kollarıyla, bacaklarıyla dayanmıştı kayaya,
Habire itiyordu onu bir tepeye doğru,
İşte kaya tepeye vardı, varacak, işte tamam,
Ama tepeye varmasına tam bir parmak kala,
Bir güç itiyordu onu tepeden gerisin geri,
Aşağıya kadar yuvarlanıyordu yeniden baş belası kaya,
O da yeniden itiyordu kayayı tekmil kaslarını gere gere,
Kopan toz toprak habire aşarken başının üstünden,
O da habire itiyordu kayayı, kan ter içinde.

Çağımız Fransız yazarlarından Albert Camus "Le Mythe de Sisyphe" adlı denemesinde Sisyphos'u anlamsızlığın (absurde) bir simgesi diye tanımlar. Yaptığı iş anlamsız ve yararsızdır, ama bu işi sonsuza dek sürmekle de yükümlüdür Sisyphos. Bu korkunç işkencenin bir gün biteceğini bile umamaz. Sisyphos umutsuz kahramandır, ama insan kahramandır, çünkü bilinçlidir. Camus insan yaşamının anlamsızlığı içinde insan onurunun gene de, dış etkenlerin anlamsızlığına, koşulların kaçınılmaz baskısına karşın zorunlu olan yükü bile bile taşımak olduğunu belirtir ve Sisyphos'un bu korkunç işkenceden her şeye karşın bir zevk duyduğunu, bilincin verdiği sevinçle bir mutluluğa, umutsuzluğun mutluluğuna erişebileceğini ileri sürer. Sisyphos'u da böylece anlamsızlığı akıl ve bilinç gücüyle yenen insan kahraman olarak karşımıza diker. Tanrı ne yaparsa yapsın onu yenememiştir.

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü

17 Mart 2009

sonsuz yaz-

pelin'den yarım saat önce filan geldim. yarınki sınava çalıştık. o kadar çok konuştum ki boğazım ağrıyor. ama mutluyum, pelin ay gibi bir insan. o nasıl oluyor deme, oluyor, gördükçe senin de yüzün ışıldıyor, mutlu oluyorsun. sayıları fazla olsa onun gibi insanların..belki o zaman da kıymetleri bilinmezdi, ne bileyim.

iki gündür devamlı m. ward dinliyorum. hold time'ın etkisinden kurtulamıyorum.
artık böyle güzellikte şeyler dinler, okur,izler oldukça bunu yaratma sürecinin kendisine şaşırmaktan, hayran olmaktan vazgeçtim, bunların üzerimizde bıra
ktığı etki daha çok şaşırtır oldu beni. mesela ben bu şarkıyı dinlerken, mutlu, sorunsuz, sıkıntısız, olan sıkıntıları da sıradan olan sıradan biri olarak yer zaman farketmeksizin deliler gibi ağlamak istiyorum. ben olarak değil, matt ward olarak istiyorum bunu. nasıl yapıyorsa bunu ben o oluyorum ve o şarkının mekanında, zamanında ve halet-i ruhiyesinde yaşar oluyorum 3 dakika 5 saniyeliğine de olsa, o 3 dakika 5 saniyeyi onun bilincinden deneyimliyorum. hiçbir şekilde özdeşleşmesem de onun gibi hissediyorum. ve bunu sadece bana değil onu dinleyen herkese yapabiliyor. inanılmaz bir şey blogk.

You were beyond comprehension tonight
But I understood
I understood
If only I could hold time
Hold time
Hold time

Words have failed me tonight, failed me tonight
But you knew what I meant
You knew what I meant
Yeah, you heard what I said the whole time
The whole time
The whole time

And I wrote this song about it
Cause I didn't care about anyone in this photograph
Yeah, I wrote this song just to remember the endless, endless summer in your life
Endless summer in your life



inanılmaz.

*

15 Mart 2009

hallelujah

çarşamba typologies of the novel sınavım var blogk. the idiot ve a portrait of the artist as a young man'den. ses kayıtlarını yazıyorum. boynum ağrıyor, gözlerim çayırlara salınmış, kulaklarım 9 saattir taktığım kulaklıklar yüzünden tarifi namümkün durumda. bütün günümü aldı ve almaya da devam ediyor şerefsist. allahım bekle sana geliyorum. ya da cizıs. neyse işte.

alcoholism begins at home

baba d, kızının odasının kapısından kafayı uzatarak:
-votkayı götürmüşsün* yavrucum?
-e yani.


*güpletmek, gümletmek, bitirmek

14 Mart 2009

hayali grubumun hayali üyeleri,

olur da bir gün bir indie grubu filan kuracak olursam adı malumunuz "poets in need of pets" olacak. hatta olur da bir gün herhangi bi baltaya sap olabilirsem o baltanın adı "poets in need of pets" olacak. neyse, konuya dönersek, ilk single'ımın adının da bugünkü maceram sonucu "how long does it actually take to make a single cup of coffee?" olmasına karar verdim.
hatta şu alttaki postun kendisi bile bir şarkı ismi olabiler. hmm.
geriye de şarkıların yazılması, bestelenmesi ve söylenmesi gibi küçük detaylar kalıyor. her şeyi de benden beklemeyin canım aa.

antibiotics

here we come.

13 Mart 2009

~ hysteric

cuma günüm.
---------------------------------------------------------------------------------------------------
No Longer No Longer
What You Ask
Strange Steps
Heels Turned Black
The cinders the cinders
They light the path
Of these strange steps
Take us back take us back


Flow sweetly hang heavy
You suddenly complete me
You suddenley complete me
Flow sweetly hang heavy
You suddenly complete me
You suddenley complete me

Hysteric
Hysterical

No wonder no wonder,
Other half, strange steps
Heels turned black.
The cinders they splinter
And light the path
These strange steps
Trace us back trace us back

Flow sweetly hang heavy
You suddently complete me
You suddently complete me
Flow sweetly hang heavy
You suddenly complete me
You suddenley complete me

Hysteric
Hysteric
Hysteric
Hysteric
Hysteric
Hysterical.

12 Mart 2009

monica syndrome

m. ward dinliyorum, çok güzel. birilerine benzetiyorum ama adları dilimin ucuna gelecekken öyle güzelleşiyor ki benzetesim gelmiyor kimselere. ateşim de düşeli 3 saat filan oluyor, kuş gibiyim, mutluyum.
hasta olmaktan nefret ediyorum. hasta olma fobisi diye bir şey varsa bende var o hatta. hasta yatarken o an yapamadığım şeyler için kendimi yiyip bitiriyorum, o an yapamayacağım şey hasta-olmadan yatmak bile olsa. neyse, neyse ki tylol hot ve egem var :)

2 kişi için yapmak istediğim 2 güzel şey var ama önce o iki güzel şey hakkında daha etraflıca düşünmem gerekiyor. söprüüz canım söprüüz. *çeneyi kaşır* nasıl yapsam. dur iç ses sen girme şimdi narrative'e.
gideyim ben, 2 gündür ilk kez ateşsiz uyuyacağım *inşallah* heyecanlıyım.

11 Mart 2009

yeah yeah yeahs

grubun son albümü it's blitz!'in kapağı. fotoğraf urs fischer'a ait. o el de karen o'nun eli.


çok beğendim.

10 Mart 2009

Clara Luzia - Railroad Tracks

açıkçası bloguma download linkleri eklerken eklediğim şeylerin gerçekten eş-dost hariç birileri tarafından indirileceğini düşünmemiştim blogk. blog denilen oluşum hala kişisel tatmin ve eş-dostla farklı bi kanaldan iletişmek odaklı bir şey benim için. yani gerçekten birilerinin bi albümle ilgili gelip ne yazdığımı okumak isteyeceğini filan düşünmedim, kulağa fantastik geliyor çünkü açıkçası. her neyse, benim bu sanrılarımın aksine birileri gelip okuyormuş ki en son eklediğim clara luzia albümü 15 kez indirilmiş, bunların maksimum 5i arkadaşım olabilir. yurtdışından gelen de tek ziyaretçimin irem olduğu düşünülürse memleket topraklarında clara luzia link'i açlığı varmış da farketmeden giderivermişim rapidshare accountumlan. -yalnız gerçekten ben de zor bulduydum albümü, anlıyorum sizi canlarım.-
bu ilginin verdiği gazla hem clara luzia'dan biraz daha bahsedeyim hem de gördüğün gibi en az the long memory kadar şahane ilk albümü raildroad tracks'in linkini vereyim istedim.

clara luzia avustralyalı şarkıcı clara humpel'in ilk solo projesi. daha önce alalie lilt isimli bir alternatif folk grubunun vokalliğini yapmış 6 yıl boyunca ve solo projesinde akustik gitar ağırlıklı, akordeon, keman ve piyano destekli bir müzik yapıyor.
sadi güran'la olan arkadışlıkları dolayısıyla iki albüm kapağı için de birlikte çalışmışlar, şarkıcının official sitesindeki illüstrasyonlar da sadi güran'a ait. sadi güran kanalıyla kurulan bu bağlantı kaçınılmaz bir şekilde şarkıcının bant dergisi ve türkiye ile olan ilişkisine de farklı bir boyut getirmiş. railroad tracks'de kedi isimli bir şarkı var mesela ve clara kedi kelimesinin bu şahane yaratıkların anlaşılması için yeterli olduğunu düşünüyormuş. en son da malumunuz bant ve arkaodanın ortak oluşumu "kulaktan kulağa" konserleri kapsamında türkiye'deydi ve aşağıda gördüğünüz konser afişi de yine sadi güran'a ait.

09 Mart 2009

göğüs kafesimin üzerinde oturan fil,

uzun zamandır ortalarda yoktun. ve açıkçası ben de artık tamamen gittiğini sanıp sevinmeye başlamıştım. üzerine alınma filleri ne kadar çok sevdiğimi bizzat biliyorsun, ama göğüs kafesi biraz rahatsız bir bölge. lütfen iner misin? lütfeeeğn.


LÜTFEN!

merhaba,

"s the program yaparım ama asla uygulayamam" ile tanışın.

08 Mart 2009

get up and shout


şu fotoğrafı buraya eklediğim için maruz kalabileceğim teenage angst'ın şiddeti hakkında tahminlerde bulunmaya yeltenme blogk. ehea. AHAHAHA. ama şahane değil mi?
evet gözlük benim, poz da benim suçum, ama t-shirt konusunda hiçbir fikrim yok.
isim zikretmeye yeltenecekler, şimdiden cevabım evet o. :D

07 Mart 2009

mühim not

ben bu gözlükten istiyorum, rüyalarıma giriyor filmi izlediğimden beri.
bulan, gören haber etsin.

sibenislav sibesyonevich

kahve suyumun ısınmasını bekliyorum.
başlıktan da tahmin edebileceğin üzere blogk, tüm günümü dostoevsky'nin budalası'na adayacağım, bu da 5 sayfa okuduktan sonra uyku basacağı ve kendimi kitabın yanına kıvrılmış uyurken bulacağım anlamına geliyor. kahveyi de testi kırılmadan atılan tokat olsun diye hazır ettim sırf bu yüzden. myskin'in miskinle olan fonetik benzerliğidir şu an beni benden alan.
ara ara da clarissa izleyesim var, mutfakta spontane bi şekilde "pearl jam dünyanın en iyi grubu" beyanatı geldi de aklıma :D
esracıımı da ekmiş bulundum bu arada ama bakalım belki yarın hasret gideririz. gideremesek de benim "huzur" için şöyle bi taksim'e uzanmam gerekecek.
çüüz, hatta dur bakiyim, :babelfish'e koşar:
см. вас
!

farklıyız

sadece dizi izleyerek bütün bir günü bilgisayar başında geçirme fikriyle barışamadığımdan 2 saat önce filan önemli önemsiz yapmayı ertelediğim ne kadar şey varsa tek tek yapmaya başladım. bi yandan da zuhal olcay dinliyorum, irem'in blogundan indirdiğim küçük bir öykü isimli albümünü. benim ışınlanacağım bi anım yok bu albümle ilgili, ama öylesine buram buram 90lar kokuyor ki anılara olmasa da o dönemin halet-i ruhiyesine ışınlanıyorum ben de. neden artık böyle derinlikli, yani metinselliği ağır basan albümler yapılmıyor türk popüler müziğinde blogk? zuhal olcay uç bi örnek gibi geliyor kulağa ama 90lardan bugüne kalmayı başarmış neredeyse 2 asırdır müzik piyasasında olan daha mainstream isimlerin o döneme ait albümleriyle şimdi yaptıkları şeyleri düşün. dinleyici kitlesi mi değişti yoksa suçu dinleyiciye atıp çakkıdı çakkıdı diye çiziktirmek daha mı kolay geliyor. cevap nedir bilmiyorum, ama kendi adıma bu anlamda daha doyurucu bi geçmişim olduğu için çok mutluyum. bi "adam" dinlemiş, bacak kadar boyla o şarkıyı etrafta söylemiş, ezginin günlüğü'nden popüler bi kanal sayesinde haberdar olabilmiş bi kuşağın günümüz kuşağına nazaran daha şanslı olduğu konusunda hemfikiriz değil mi? :)

05 Mart 2009

düdüüüdüüp

sevgili afyonkarahisar'lı ziyaretçim,
benim google analytics map'imde görünmeyip sevgili alyen'in livefeed traffic'inde görünmen merhumun sadece sevdiklerine görünmesi gibi garip hatta biraz da tekinsiz bi hadise olsa da, ben bu tür stalker'lık girişimlerini destekleyen desteklemese de perhiz ve lahana turşusunun yanyana gitmeyeceğini bilen bir kalontor stalker olduğumdan seni sevgiyle kucakladığımı bil istedim. ama alyen'in gözü seğiriyor. hani bi ihtimal seni tanıyorsak bi selam edersen seviniriz.

sevgiler, öpücükler

daytrotter

bon iver'in daytrotter kayıtlarını dinliyorum, elif sağolsun. o kadar güzeller ki, justin vernon'un emma'sı olayım istiyorum. hatta ben emma'sı olayım, bana albüm bile yapamasın istiyorum. bu nasıl bi hissiyat deryasıdır yarabbi, var mı böyle insanlar gerçekten hala?

04 Mart 2009

tabii ki.

ne yazacağımı bilmeden başladığım bir yazı ile tekrar karşındayım blogk. o kadar yorgunum ve o kadar uykum var ki..sağ omuzun altı seğiriyor, o nasıl oluyor deme oluyor işte. cuma günkü hikaye dersimin okumalarını yapıyorum bir yandan, perşembe akşamı deneme dersinin okumalarıyla üst üste gelmesin de çıldırmayayım diye. bu dönem feci yoğun bi dönem, haftaya çarşambaya bitmiş olması gereken 2 buçuk romanım var mesela.
sabah ufak çaplı bir "gitmek istemiyorum, uyuyasım var, ama uyusam ne olacak ki evde canım sıkılacak, bari okula gideyim insan yüzü göreyim." iç monologtan sonra evden çıktım ve treni az kalsın kaçırıyordum. istasyona varmadan gördüm trenin geldiğini ve koşarak yakalamayı başardım. na-atletik ve na-fit olduğum düşünülürse bu bir başarı ve allahım bu cümle nereye gidiyor.
okula gidiş yolu boyunca, tren istasyonuna yürüyüş, tren ve otobüste geçen zaman boyunca yani, inanılmaz bir duyusal deneyimler silsilesi -görüntü, ses vs anlamında- yaşıyorum iki gündür, hep kafamda bunu bi yere not etmeliyim, bunu anlatmalıyım, bunu yazsam iyi olur gibi düşüncelerle boğuşuyorum. ve hayır not etmiyorum, evet yazmaya çabalıyorum ama yazana kadar hepsini unutmuş oluyorum.
otobüste benim tanışık olmadığım tanıtım tayfası ile beraber geldik, beraber dediğim anla işte blogk. 99 bildiğin okul servisi. ben geldiğim vakit kimseler yoktu, elizle karşılaştık, kedisini soracak oldum, sormaz olaydım. ölmüş. içim kötü oldu, bu kıza hacı hocadan mistik bir yardım gelmezse bugün şima'yla d&r'da gördüğümüz büyü kitabını alıp bizzat ben gideceğim galiba yardımına, bu nasıl bir kötü şanstır. tevbe.
bu arada tarot dombili bi uğraştır ve tarot bakıp, baktırıp olumlu bir şey duymaya çalışanlar, i understand what you've been going through, ama o zıkkım her şeyi kendine içkin mistik gücüylen bok ediyor. ne varsa serotoninde var, o yoksa da inhibitörü var. yapmayalım böyle şeyler. end of the monologue.
sabahları corn flakes yer oldum, göbeğimle olan ilişkimiz ise yolunda gidiyor; long-distance ama no commitment issues. eve brüksel lahana, kereviz, ıspanak yağmuru var sayemde, annem her öğlen odamın kapısını açıp soruyor suratında o akşamki sebzenin ne olacağını tahmin etmeye çalışan o ifadeyle. annem bitane. ama daha fazla lahanagillerle devam edemeyebilir.

okumalarıma istediğim arayı vermiş bulunuyorum böylece. ben gideyim. 3 gündür uyanıkmışım gibi hissediyorum.

kendime ps: buhran bi yazı gibi geldiyse affola canikom, çok uykulu ve yorgunsun ve öyle işte malum.
ps nomero 2: "hebelehödönün konseri varmış, gidelim mii?" dediğimde "gerçekten mii, kesin gidelim" diyecek bi arkadaşım olsun istiyorum. the concretes geliyormuş mesela.

03 Mart 2009

allam

odamda yalnızım, hava kararmasına rağmet ışıkları açmamakta ısrarcıyım. 5 sayfa filan budala okudum, uyku bastı. uyuyim bari deyip yattım, annemler dışarı çıkıyorlardı bin tenbih ettim "alın anahtarınızı uyandırmayın beni zili çalarak" diye. -ve zil çalar, bi dk blogk. evet annemler.- ve uyuyamadım tahmin edeceğin üzere. şimdi kitabı elime alıp 5 sayfa okuyunca yine uykum gelecek biliyorum.
pınar feysbuktan mesac atmış. lise pınarı. buluşalım topluca diyor, okeys dedim.
egem'in holgasını verdik bugün :D 3 gündür böyle gönlümce ehehehe kikiki yapamıyordum süprüz bozulacak diye artık hiiihhoaha yapmaya iznim var, ehi :D



ekekekekikiki :D

alacauykusuzluk kuşağı

şu saatte gün itibariyle hala uyanık oluşumun rasyonel sebepleri var elbet, eminim anlatsam sen de ikna olursun blogk. ama hepsinin altında "yarın okul var" gecesi geç yatıyor olmaktan aldığım sapkın haz var, kendimi biliyorum ne yazık ki. "ben senin geçliğini de biliyorum" mesaclı eş dost meclislerinde sıkça bahsini ettiğim bir anımı da sıkıştırayım hemen: daha 5 yaşında bir velet iken uyuyor numarası yapıp gece yarıları oturup babayla alacakaranlık kuşağı izlemelerim sonucu bir süreliğine televizyondan korkmuşum mesela ben blogk. yaaa. ben boşuna böyle olmadım.
lakırdıyı uzatmadan, günüm reşat nuri'nin eski hastalığı ile geçti ve beğendim kitabı blogk. şaşırıyorum evet, ama o kadar memnunum ki bir yandan da bu durumdan. beklentilerimi erken dönem türk edebiyatı konusunda düşük tutmuşum bir şekilde ya da bildiğim iki gıdım şey de yanlış yönlendirmiş beni bu konuda, sebep nedir bilemiyorum şu an, ama sonuç olarak uzun zamandır yapmadığım şeyi yapıyorum; elime aldığım şeyi bırakasım gelmiyor. araba sevdası'nda da aynı şey olmuştu. haftaya da huzur'u okuyacağız ve ilk kez ahmet hamdi okuyacağım, onun için de çok mutluyum.
neyse, şu nerd muhabbetimi keseyim, mp3 player'ıma :şimanınbabasıkalpben: albüm atıyorum bir yandan, hala uyanık olmamın son rasyonel sebebinden olmak üzereyim yani blogk. çavs!

02 Mart 2009

hayat,

cornflakes yerken sütü fazlaca koyanlardanım, süte katlanabildiğim nadir hallerinden biri bu ve mümkün mertebe yararlanmaya çalışıyorum durumdan. demin dipte kalmış sütü içerken, "aa böyle güzel oluyormuş." dedim ve birden buzz gibi bir ağustos gecesi edinburgh sokaklarında yürürken o "güzel" cornflakes'li sütün sokak ortasında kafama boca edildiği gerçeğini hatırladım :D şimdi sırıttığıma bakma blogk, oturup ağlamak istemiştim o an daha çok.

revolutionary road



ilk sinema filmi american beauty için şimdileri "aslında o kadar da iyi bir film değildi." diyen sam mendes, her ne kadar şimdi burun kıvırsa da o filmle birlikte filmi izleyen kitleye "bir sam mendes filmi bundan sonra nasıl olacaktır?" sorusu için verilebilecek net bir yanıt da bıraktı aslında: american dream üzerine oldukça sağlam bombalar indiren ve bunu çok temel bir yerden, sinsice yapan, "aile" yapısının içini boşaltan bir neurotica. revolutionary road american beauty'den farklı olarak bu sefer 50ler sonrası Amerika'sını, yani II. Dünya Savaşı sonrası buhran döneminin aileler üzerindeki etkisini ele alan aynı isimli richard yates romanından uyarlama bir film ve aslına bakarsınız evlilik çözümlemesi yapan her psikolojik dramada bulunan öğelerle dolu. yani bu anlamda özgün bir filmle karşı karşıya değiliz. ancak sırtını çok sağlam bir oyunculuğa yaslıyor, filmin üzerine kurulu olduğu daha önce onlarca kez okuduğunuz, izlediğiniz evlilikle birlikte hayallerinden vazgeçen evli çift halet-i ruhiyesi kate winslet ve leonardı di caprio ile inanılmaz güçlü bir şeye dönüşüyor. kate winslet hep ziyadesiyle sevdiğim ve izlediğim hiçbir filminde beni hayal kırıklığına uğratmamış bir oyuncu olmuştur, yani bir anlamda ondan beklediğim bir şey böylesine güçlü bir karakter portresi, ama ne yalan söyleyeyim, her ne kadar hep kendisine daha az ön yargılı yaklaşan tarafta olsam da leonardo di caprio'dan böylesine olgun bir oyunculuk beklemiyordum. sırf iki ismin oyunculuklarındaki inanılmaz gelişimi görebilmek için bile izlenesi.
insanları bıraktığınız yerde bulmak haz verdiği kadar mutsuz da edebiliyor. belirleyici olan galiba artık sizin nerede olduğunuz ya da ne tarafa doğru ilerlediğiniz. ilerlemek de başlı başına ayrı bi mesele ama, o da kalsın şimdilik.