27 Şubat 2009

Clara Luzia - The Long Memory


bilgi, bilmek dediğimiz şey sınırları çizilebilir olmadığı kadar kendisini yaşama biçimi olarak bellediğiniz andan itibaren de sizi esir alan bir şey. öyle ki bilmediğiniz her şey bir yerinden tutup çekiyor yakanızı ve bir türlü bırakmıyor. bununla da baş etmenin belli yolları var, daha çok bilme, öğrenme çabası içinde olmak, kaynaklar bellemek ve bildikleriniz içinde bilmediklerinizi kurcalamak gibi. bu yollar da belli durumlarda içinizi rahat tutmanızı bir ölçüde sağlasa da bilemedikleriniz, farkına varamadıklarınız işte bir yerden de en beklemediğiniz anda yakalıyor sizi yine. clara luzia böyle bir örnek benim için mesela. memlekete gelmeden önce varlığından haberdar olmadığım ve bu nedenle bu diyarlarda muhtemelen verdiği ilk ve son konserini kaçırdığım bu isim clara humpel'in solo projesi. illa ki kategorizasyon severim diyene de singer-songwriter tayfasından ve bu tayfaya mensup herkes gibi hüzünlü şarkılar yazan bir zat olduğunu söyleyebilirim. dolayısıyla her halet-i ruhiyenin ilacı değil, ama güzel bir bayanın sesinden içten, sahici bir şeyler duymak istiyorsanız kesinlikle sizin ilacınız.
albümün kapağı ve offical sitesindeki illüstrasyonlar da başkaca sevdiğim bir isime, sadi güran'a ait. albümün neye benzediği üzerine söylebileceğim en kişisel şey de bu sene içerisinde bon iver'in for emma forever ago'sundan sonra duyduğum en esaslı hüzün albümü olduğu.

there's something about silvia

oh silvia, I was dancing to Michael Jackson
oh silvia, when I heard your german accent
oh silvia, and I went down on my knees for her majesty
your royal highness
is that how you shall be adressed
oh her highness, I'm always at your service
oh her highness, will you listen when I now confess

I've been hurting again, a cold black diamond
the same kind of pain that I had when I was seven
do you remember when I shook your hand

oh silvia, I took my bike to the cemetery
oh silvia, and I claimed my territory
oh silvia, smoked a cigarette
blew smoke rings in the face of death

and this town will be cold when it gets hit by a comet
by the harb we found a boat with your name written on it
and I had blood in my mouth when I spit
oh silvia

oh her highness, I heard you say in some interview
that feminism was something that didn't suit you
a lack of interest perhaps
or maybe your just stupid and inbreed

but I still remember when I saw you as a godness
your picture on my wall, so gentle and modest
do you see these tears in my face
I thought we had a deal
that the one who falls from grace
would be the one to kneel
now it's just you and me, Silvia
don't shed no useless tears

oh silvia, no one will care in a hundred years
no one will ever forget your name
they'll look after your grave
but it's not the same, you say
now it's just you and me, Silvia
it's just you and me
it's just you and me

gön: s yağmursever, alıcı: mikail bendeemirkuluyum

sevgili mikail,
öncelikle, istanbul'un baraj doluluk oranına yaptığın katkı ve küresel ısınmanın yaz aylarım üzerindeki dehşet verici etkisinin bu sene bi nebze daha az olacağına dair umutlar beslememe sebep oluşun için teşekkür ederim.
ama abartmasan olur mu? sayende çamura doydum, ellerim ve ceplerim arasında bir şeyler olduğundan, burnumun bağımsızlığını ilan edeceğinden şüphe eder oldum. yorgan dediğimiz şeyi battaniyeden ayrı düşünemiyorum, devamlı yün kazak modelleri tahayyülündeyim ve de babetlerimi çok özlüyorum.
ayrıca ozona zararlı deoderant kullanmıyorum ve soğuk havayı da severim.

ps: yaz aylarımı iskoç topraklarında geçirdim.

sevgilerimle,
s yağmursever

26 Şubat 2009

şu an bunu yazıyor olmamın tek nedeni lenslerimi çıkarmaya üşeniyor olmam.
yarınki kısa hikaye dersim için okuma yapmam lazım. deneme dersinin ne olacağı ise muamma. daha doğrusu sadece bana muamma, ilk derse gitmediğimden. bi bakiyim bari okumalara, o kadar para verdik. (of o biçim babam gibi hissettim şu cümleyi yazdıktan sonra.)
ailemizin weirdo kızı s yine iş başındaydı bugün. hayatın bağımsız bir amerikan filmi olmadığı, benim harvey peaker olmadığım, arkadaşlarımla birlikte bir friends cast ı olmadığımız gerçeğini kabul etmeliyim. sıkıcı olmaya devam etmeliyiz, nezaket kurallarını, davranış kodlarını takip etmeliyiz.

ama hepsinden evvel benim kontrol edilemeyen iştahıma bir çözüm bulmam, pek muhterem felsefe hocamın da ah larını ve devamlı yarım daire çizerek oynayan kafasını kontrol edebiliyor olması lazım. gerisi gelir.
örovuar.

son olarak;

pantolonumdan taşan göbeğime sesleniyorum: senden ötürü mü, benden ötürü mü?

25 Şubat 2009

kafamın içindeki media player'a sesleniyorum;

bugün bana yaptığın ibrahim tatlıses ve neşe karaböcek işkencesi yetmedi mi?

finally we are no one

spontan hissiyatlar

hava çoook soğuk. bugün o kadar çok üşüdüm ki.
sabah çok güzel bi budala lecture'ı dinledim. keyifli keyifli çıktım sınıftan. yine keyiflen yemek yedik kantinde. şahin'i gördüm. hayırlı oldu blogk; nitekim en son ne zaman gördüğümü hatırlamıyorum eşşeksıpasını. dicital teknolocisi ve merve sağolsun fotoğraflarımız bile var. yemek sonrası da şima'yla taksim'e geçtik, yine keyif keyif, pina'da frappe içtik, beğenmedik, kafka'nınki daha küsel. sonra dona dona eski hastalık aradık kitapçılarda, 18 milyon fiyat görünce gözlerimiz yuvalarından fırladı. "ben bu parayı joyce'a bile vermedim" gazıylan almadan çıktık ve sahaflara attık kendimizi. bulduk, evet, mutluyum, tabi ki. sonra da şima aleks amcasının kollarına koştu, ben de evimin yolunu tuttum tıpış tıpış. durakta egzoz amca'yı gördüm. yırtık montu değişmiş, ayakkabıları da. bi kitle edindi kendine besbelli.
bu yorgunluktan nefret ediyorum blogk. geç yat erken kalk olayına alışamadım sanırım hala, enerjim sıfır. sabah ve öğlen iyi hissediyorum, ama bu saatlerde, yani sekiz gibi filan, resmen pilim bitiyor. budala okumam lazım mesela bugün, ama gözlerimi açamıyorum. azıcık yatiyim uyuyiim desem de uyandıktan sonra kendime gelemiyorum. üff ne çok söylendim diy mi?
birazcık popoşopta yeni bastırdığım fotoğraflarımı yoklayıp kitap okumaya çalışıciim, kahvem hazır. nah bırakırım ben kahveyi, selülitlerimle barışabilmeliyim. pelin aradı şimdi. hahaha. iyiyiz iyi.
feysbuk fotoğraflarımızın içine ediyor. biliyorsunuz değil mi?

23 Şubat 2009

parlon damur sil vu ple!






evet, geçen cuma gecesini nasıl geçirdiğimi artık hepiniz biliyorsunuz.

donayazmak

güzide eseri araba sevdası'nı almak için bu soğukta kendimi beyazıtlara attığım gerçeğini rahmetli recaizade'ye iletme şansım olsaydı kendisinden "aklını peynir ekmekle mi yedin çocuuğuum?" ya da aynı içerikli osmanlıca bir tepki alırdım diye ümit ediyorum. amma velakin tahmin ettiğim kadar sıkılmıyorum okurken, hatta matrak buldum baya, iyi ilerliyorum bile diyebilirim. ve fekat üşüyorum blogk, burnum donayor. evde kaloriferler de yanıyor üstelik, ama doğalgaz euro kuruyla yarışır fiyatlarda setrettiğinden çok açamıyor sanırım anneciiğim. battaniyeyle oturuyorum. recaizade'ye de olafur arası verdim.
bu arada tab edilmeyi bekleyen bir adet siyah-beyaz bitmiş filmimin olduğu gerçeği ağzımı kulaklarıma vardırmaya yetiyor blogk. ben gerçekten heyecanlanıyorum bu fotoğraf konusunda. daha da nasıl bi işaret bekliyorum bilmiyorum ki.

22 Şubat 2009

ben eksperimental müzik dinliyorum diyen, bunu da last.fm'deki tag gerçeğinin hayatımıza katkısından mı yoksa yüzeysel yönelişlere kucak açmamıza neden oluşundan mı bilemediğim bi nedenle diyen arkadaşlar jocy de oliveira dinlemeliler. beynim şey oldu afedersin blogk. bu deneysel değilse de olsa olsa deli saçması olur zaten. hayır, kadın hakkında hiçbir şey bilmiyorum, azıcık kassam kendimi google aka cc.'nin ellerine bırakabilirim fekat o enerjiye ulaşmam için şu albümü en az bi kere dinle(yebil)mem gerekiyor. evet, aslında gugılsörçte sırf şu yazdıklarım yüzünden buraya yolu düşecekler adına da çok üzgünüm. [ yes i speak english. ] nitekim geçen bir hevesli türk genci "bovarism nedir?" sorusuylan google'dan gelmiş buraya. allam çok heyecanlandım. neyse ki şuradaki üç beş ciddi yazımdan birine gelmiş. ey kendisinden kainat adına beklentilerim olan ziyaretçi, danışalum muuuğ?

sakat

kabakleitos: anam ben böyle karışık filan bi kabus görüyomuşum. tam iyice boktanlaştığı vakit sen uyandırıyosun beni. ama böyle küçük garip bi evdeyiz. senin bacağında ve kolunda sargılar var. kırmışsın sanırım ama rahat hareket ediyosun.
böyle sinir bozucu bir şeydi.
irigitte fardot: bu kadar mı
kabakleitos: bu kadar yes. ama çok gerginç uyandım.
irigitte fardot: ee sakat mı kalıcam
kabakleitos: yok lan naalaka. sakat değildin, kolun bacağın kırıldıydı. malovski. ayrıca tabire göre ben şükretmeyi bilmiyorum.
irigitte fardot: sakat işte
kabakleitos: değil abi sakat. sakat başka bişey. rüyamda "irem kötürüm kalacak" diye bir şey müjdelenmedi bana. sekip bi yerlerini kırmışsın işte.
irigitte fardot: sakat işte.
kabakleitos: hay sakat kadar. sakat evet, kötürüm hatta.
irigitte fardot: ee nassın

21 Şubat 2009

orçu

annem ilkokuldan bi arkadaşımla karşılaşmış geçen gün, "gaziantepli'lerdi hani, 1. sınıftayken çok yakındınız." diye anlattı. bizden konuşmuşlar, annesi de yanındaymış, burada oturmuyorlarmış artık filan. bi türlü hatırlayamadım kim olduğunu. zilyon tane isim saydım annem "hayır o değil" deyip durdu, işin komiği annem de unutmuş ismini. ne kadar küçüklük fotoğrafım, ilkokul fotoğrafım varsa döktüm ortaya. ve annem buldu kızı, ipek! o kadar uzun zaman önceden kalma bi insan ki, fotoğrafsız hayatta hatırlayamazdım. ama o beni hatırlıyormuş, naptığımı merak ediyormuş, anneme sormuş baya okulumu filan. garip hissettim.
bu arada ilkokul fotoğrafı arama bahanesiylen eski fotoğraflara da baktık baya ve hala da bakıyoruz. atilla'nın doğum fotoğrafları var, düşün :) çok gülüyoruz bi yandan, bi yandan da annem taşovskiymiş vakt-i zamanında. gözlerim yuvalarından şeyetti, annem de "ee 27 yaşındayım ben o fotoğrafta" filan diyor, bi yandan zaman geçtikçe değişen saç modellerini takip edebiliyorsunuz fotoğraflardan. annemin inanılmaz kıvırcık 80lerden, sarı kısa röfleli 90lar başına atlayışı var mesela. evlere şenlik. babamın ipek gömleklerine girmeyeyim, çok geriliyorum :D babam demişken, gidip biraz da onu taciz edeyim fotoğraflarla eheha. babaaaaağ!

sevgi(sizlik)

yarım saat önce geldim eve. üstümü filan yeni değiştirdim, pains of being pure at heart dinliyorum. (bu konudaki hissiyatlarımı başka bi yazıya saklıyorum şimdilik.)
bunu seviyorum blogk, yani 1 günlüğüne de olsa başka bi yerde olma, uzak olma hissiyatını. fazlasıyla paralı bi insan olsam sanırım gezenti olurdum ben, her ne kadar evimi çok sevsem, ara sıra hiçbir şey yapmadan evde miskinlik yapmaya bayılsam da. meşguliyeti de seviyorum ben. işkolik olmaya meyilli olabilecek derecede hem de. şu 1 buçuk aylık tatil boyunca resmen kendi kendimi imha etmek üzereymişim, kötü vakit geçirdiğimden değil, hep aynı yerde, evde olduğumdan ve rutin olarak yaptığım bir iş olmadığından. okul açıldı, manyakçasına mutluyum mesela. iş var çünkü, üstüne kafa yoracak bir şeyler var, benim dışımda beni bağlayan ve yapmam gereken şeyler var. manyakça değil mi? :) ama napiyim ben s kulunuz da böyle mutluyum işte. manyak çalışma isteyen kariyer olanaklarına açığım yani blogk. böyle çalışiyim çalışiyim, tabi huzurlu, bi takım dişilerin birbirinin gözünü oymadığı bi ortamda. :dream on introsu başlar:
ayrıca bizi biz yapan şey çok sevildiğimiz gerçeği biliyorsun değil mi blogk? etrafta başkalarının hayatını zorlaştırarak mutlu olan, "kim benden ne konuda üstün" içerikli sidik yarışlarıyla kendilerini yiyip bitiren insanlara bi bak, onlar istedikleri kadar ve istedikleri gibi sevilmemiş hiç. bu kadar şanslıyız işte. daha ne olsun ki? :)

20 Şubat 2009

consumption

böyle kafayı yıkayıp üstüne de kendimi sokaklara atma huyumdan vazgeçmezsem -ki bu, bu hafta 2. oluyor.- verem oluciim blogk. hatta oluvericiim. geç kalıyorum ayrıca şu an. hikaye dersine gidiciim. sabahki dersimi ektim.
bugün egem'in doğum günü bu arada. iyi ki doğduuuun egeeeem! :)
ha niye mi consumption, veremin ingilizcesi de ondan. ve hep pek sevdiğim bi kelime olmuştur. dün idiot'ı okurken hatırladım.
gitmeliyim, hoho.

19 Şubat 2009

bugün,

rüyamda, rüyadan uyandım. ama uyandığım rüya mı yoksa rüyam mı daha kötüydü şu an karar veremiyorum. neredeyse şu reenkarnasyon zırvalarına inanacağım blogk. neredeyse. beyoğlu'nda bi dükkana gidiyordum devamlı mesela rüyamda, hep konuştuğum bi teyze vardı, takılarını ve diğer aksesuarlarını inanılmaz yüksek fiyatlara satıyordu. onunla muhabbet ediyorduk vs. yürüdüğüm yolu filan hatırlıyorum. kafka'nın daha ilerisinde bi yer böyle.
ürkünç. devamında da sen vardın irem. yokla beni.

18 Şubat 2009

syllabus

lit 402 ve lit 442 kodlu derslerimin syllabusları blogk. bakbak.

lit 402
Araba Sevdası - Recaizade Mahmut Ekrem
Babalar ve Oğullar - Jale Parla
Eski Hastalık - Reşat Nuri Güntekin
Huzur - Ahmet Hamdi Tanpınar
Tutunamayanlar - Oğuz Atay
Beyaz Kale - Orhan Pamuk
Sevgili Arsız Ölüm - Latife Tekin
Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı - Bilge Karasu
Mahrem - Elif Şafak

lit 442
Dostoevsky - The Idiot
James Joyce - The Portrait of the Artist as a Young Man
Virginia Woolf - Mrs Dalloway
Robbe-Grillet - The Erasers
Gabriel Garcia Marques - One Hundred Years of Solitude
Orhan Pamuk - Benim Adım Kırmızı
Ishiguro - Never Let Me Go

oh. kitaplar çok güzel olsa da, oh. bakalım hikaye ve okuma dersinin okumaları nasıl olacak.
salondayım, tv'de malumunuz yaprak dökümü var. çok içi geçgin bir şey, izleyemiyorum. annemle dedem izliyor. ne keyif alıyorlar böyle ölümüne mutsuzluk kokan bir şeyi izlemekten anlamıyorum. bi de alakasız fekat hani uzun paltoların üzerine öylesine atkıyı atıveren, yani boyun etrafına sarmayan insanlar var ya, evet siz, üşümüyor musunuz?

3 gün,

okulun açıldığı ne kadar belli değil mi blogk, böyle buraya ilgi göstermemeler. filan. ama çok mutluyum, şu 3 gün çok güzel ve çok dolu dolu geçti. başa alırsak,
pazartesi mervelerde gündeydik. pelin, egem, şima ve ben. gosman'la tanıştık, muhteşem bi şey, bir kedi 1 miskin, tembel ve "ben gidiyorum, seni de takmıyorum" ise, gosman çarpı 3.
laptop'umlan gittiydim yine, friends'in türkiye distribütörüne dönüşmek üzereyim :) -isteyen varsa yoklasın, friends'e can feda :D - yine dizi alış-verişleri yapıldı, dizi muhabbetleri yapıldı, pelin bi ara horlayacaktı garibim, öldürdük kızı ehea. tabi fal fal fal, şima rulaz :D

dün ve bugün ise esra'ylaydım. o kadar uzun zamandır görüşemiyorduk ki ancak doydum kendisine. hatta biraz daha yerim bile olabiler. salı günü dönemim ilk günü idi, ve de o gün uyuyakalmayı başardım! amma velakin ders filan kaçırmamış olsam da "I. yeni liste ayaklanması"nı kaçırmış bulundum. arkadaşlarımı seviyorum, nazan hoca'ya da geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum bir harem cariyesi olarak 0.o . bugün de jale parla günü idi, şahane bir liste hazırlamış blogk, çok güzel şeyler okuyciiz onun dersinde. okumak demişken, araba sevdası'nı almam lazım. hımm.
ve dee muhteşem gündüz amca sayesinde artık bir mp3 player'ım var, mutluyum çok :D kadir topbaş'ın namaz öğreniyorum'una ettiğim laflar da kursağımda ve buyrunuz arşivimde ehea.
aa asıl asıl, merve'nin yeni söprüz bi fotoğraf makinesi var. heyyo :D

evet, şimdi gerçek bi blogksun blog. uzuun bi süre bu formatta bi apdeyt gelmeyebilir, nitekim eski başı kıçı belli formatı daha çok seveyorum ben. bu 3 gün öyle küseldi ki yazılasıydı ve bu formatta yazılasıydı.
gittim ben, dün 10 saat uyumuş olmanın gazı ve zihin açıklığıylan salonun tadını çıkarıciim.

14 Şubat 2009

my funny valentine

ehe,
you make me smile with my heart.

13 Şubat 2009

blogumu takip eden hemcinslerim, size sesleniyorum!
hemen toplaşın ve cuma pazarındaki kısa sarı saçlı, bulgar aksanlı türkçe konuşan ve makyaj malzemeleri satan ablanın tezgahını bulun. kendisi kaçak *öhöm* mac ve loreal ürünleri satıyor. çenem yere düştü görünce, şu an mac rimelimle bakışıyoruz. fiyatlar da şahane bu arada. ehe.

östrejen salgılamayan okuyucularım, üzgünüm ama bunu yapmak zorundaydım. hemcinslerim, beni anlıyorsunuz biliyorum.

planet terror

38. dakikadayım, sadece şunu söylemek için geldim: bu MANYAK işi. gerçekten.

önyargı

jazz gibi prestiji su götürmez bir türün dışındaki siyahi egemen müzik türlerine karşı çok kısa zaman öncesine kadar hep bir "ben bunu dinleyemem ki" hissiyatından bir önyargım olmuştur. her türlü önyargı gibi bunun da hayat kolaylaştırıp insanı bi adım geriye götüren bir şey olduğunu yeni yeni anlıyorum ne yazık ki. santogold yakın zamanda takip ettiğim bir blog sayesinde varlığından haberdar olduğum bir isim. çoğu varlığından bloglardaki entryler öncesinde haberdar olmadığım isim gibi önce kapağıyla cezbetmişti albüm beni, itiraf edeyim, her ne kadar o kapak piçfork'un 2008'in en kötü albüm kapakları listesine girmeyi bir şekilde başarsa da. hala yaratıcı bi iş olduğunu düşünüyorum piçfork, sori canım. her neyse blogk, elimde benim rapidshare hesabıma ait olmasa da belki merak edip de dinlemek istersin diye şöyle bir link var. -buyrun elaleme rapidpoint kazandıralım.- kendisinin pek tanımlayabileceğim bir türde müzik yaptığını söyleyemeyeceğim, çok aynı kefeye konulacak isimler olmasalar da bat for lashes'ı bu bayanı dinlemeye başladığımdan beri sıkça anar oldum. belki onun da yeni albümünün nete düşmüş olmasından kellidir.

11 Şubat 2009

boeing 142

başım çatlıyor.

salon popoşopu

üşenme. üşenme. üşenme. üşenme. üşenme. üşenme. üşenme. üşenme. üşenme. üşenme. :iç ses: tamam yarın yaparım. öf.
erteleme. erteleme. erteleme. erteleme. erteleme. erteleme. erteleme. erteleme. erteleme. erteleme. erteleme. erteleme. erteleme. erteleme. erteleme. erteleme. erteleme. erteleme. erteleme. erteleme. erteleme. erteleme. erteleme. erteleme. erteleme. erteleme. erteleme.

tamam sen kazandın. :iç ses: yehhuuuu!

09 Şubat 2009

fotoğraf makinemi tamire verdim sonunda blogk. tamir için hayyam'da fiyat öğrenmeye çalışırken baya travmatik bir durum yaşadık ama merve'yle. girdiğimiz üç yer sırasıyla 60, 50, 40 lira gibi rakamlar verdiler. 40'ı duyunca "peki o zaman" dedim ben ama ikimizin de içinden "çıkıp bir diğer dükkana da sorsak mı?" sorusu o an geçmedi değil. hayır, şansımızı zorlamadık. evet, mutluyum! :D
merveylen sirkeci'de buluşucaz bugün. makinemi tekrar bi göstereyim istiyorum, bi de takı olaylarına girişicez ehea.
erken kalktım bugün blogk, çok geç yatmama rağmen. çok heyecanlıyım, belki erken yatarım bugün ve yarın da normal insan saatinde kalkarım filan. a-a-a-a-a yaşasın!

televizyon izlemek ya da izlememek

öncelikle, asla sadece artık uyumanız gerektiğini düşündüğünüz için uyumaya çalışmayın. siz de çok iyi biliyorsunuz ki hiçbir zaman işe yaramıyor.
ancak, konumuz başlıktan da anlaşılabileceği gibi bu değil blogk. şöyle ki, tarih: bu akşam yer: d. ailesi salonu, saat: 20:30 suları..yemek masasındayız ailece, yemek yiyoruz. tv açık ve ben tvye sırtım dönük bir şekilde oturuyorum. atv haber'i izliyoruz, daha doğrusu o saatte tüm kanallarda haberler olduğu için ve de hiçbirimiz haber izleyecek ya da kafamızın dışındakilere ilgi gösterecek halet-i ruhiyede olmadığımız için kanal sadece tvyi açık tutma dürtüsünü kontrol edemediğimizden atv. her neyse, ne kadar dalgın olsak da dinliyoruz bir şekilde. haberlerden biri şöyle, bir politikacının basına yeni sızmış tv filmi. filmden görüntüler veriliyor, dayanamayıp dönüp bakıyorum, dehşetengiz bir şey. haberler de televole kıvamını bulmuş, politikacının adını söylemeyip efekt verip heyecan yaptırmaya çalışıyorlar. sonunda -annemin tahminini doğru çıkaracak şekilde- politikacının kadir topbaş olduğunu, filmin adının da "namaz öğreniyorum" olduğunu öğreniyoruz :O dur blogk, dur, daha bu ilk haber.

sonraki haber de şöyle..bir çift tüm mal varlığını "dünya barışı için" hazineye (o-ha) bırakmaya karar veriyor ancak hazine bu isteği reddedince artık bu devir işini nerede yapacaklarsa oraya gitmek için bindikleri taksiciye bırakıyorlar parayı. evlilik yüzükleri ve pasaportları ile birlikte.

yani, her şey olur blogk. tamam şaşırdım olaylara kabul ama beni daha da şaşırtan şey nasıl bir içselleştirmekse bu, bu tür şeylere tepki veremez hale geldi insanlar. tepki derken politik bir tutum benimsemek değil kastettiğim şey, ulen gülemiyoruz da ya! yani şu haberleri sunan spiker nasıl o ciddiyetle oracıkta gülme krizine girmeden durabiliyor?
işin en acayip tarafı da bunları haberlerde izliyor olmamız. dünya barışı ve hazine. nasıl LAN? namaz öğreniyorum 0_o. şaka mısınız?

hayatımız yiğit özgür karikatürlerine dönüşmek üzere.


korkuyorum.

f r i e n d s






öldüm.

08 Şubat 2009

~ the pains of being pure at heart


hayır, düşündüğünün ya da tahmin ettiğinin aksine bir albüm yazısı olmayacak bu blogk. aslına bakarsan grup hakkında hiçbir şey bilmiyorum. açıp last.fm'den tag filan bile yoklamadım. albümü de biraz önce indirdim, bu ara indirip dinlemediğim bir sürü şey olduğu da düşünülürse bi süre bekleyecek. bunu yazıyor olmamın sebebi dolayısıyla bambaşka: grubun adı blogk.

eğer benimle ilgili bir kitap yazacak olsan, yazacak olsam ve bir bölümünü "bu kızın derdi nedir, neye canını sıkar?" konusuna ayıracak olsan, ayıracak olsam, o bölümün adı kesinlikle bu olurdu. ya da arkadaşlarımla konuştuğumuz, kafamızı yorduğumuz ama anlamlandıramadığımız sıkıntılarla ilgili bir şey yazacak, bir film, bir fotoğraf çekecek olsam, olsak biri de gelip "niye ki?" diyecek olsa herhalde bundan daha iyi açıklayamam durumu.

bir yandan da seni sen beni ben yapan şey de özünde aslında bu blogk. dolayısıyla dertli değil gerçekçi bi tınısı var. özdeşleştim bi anlamda, beklentilerim filan arttı gruptan, duymayı beklediğim bir şey var şu an kısacası. ve evet çok uzun zamandır bir grubun ismini bu kadar sevmemiştim.

alakasız ama, blogumun adını da çok seviyorum ben. merve'yle allahbilirbigünbelkiolur hayallerimizden biri de t-shirt piyasasına girmek. hani diyorum kotarırsak, markanın adı poets in need of pets olsun muuu? pinop diye de kısaltırız :)

:kocamangözlerle: -> olsun muuuu?

07 Şubat 2009

mania

bu izleme işine iyi sardırdım ben blogk. hal hatır sormak için arayan arkadaşlarıma "şunu şunu izledim."den öte bir şey anlatamıyorum, tabi bi de bi-iki kötü haber veriyorum ne yazık ki. her neyse, memnunum bir yandan da bu izleme işinden, çünkü okul zamanı çok fazla bir şey izleyemiyordum, biraz açık kapatmış oldum kendi adıma. ama bu memnuniyet bi-iki güne geçecek gibi geliyor, beni şöyle pazartesi gibi filan evden çıkarın olur mu? aksi takdirde çok hoş şeyler olmayabilir :-/ ha ne mi izledim? bi ara yazacağım bi şeyler bu konuda da blogk. ama dizi olarak izlediklerim için şunu söyleyebilirim: eğer içinizde ucundan kenarından friends'e bulaşmamış olan varsa, İZLEMELİSİNİZ! gerçekten. pek cici dostlarım da benden edinebilirler tabi ki :) izlerken çenemi kontrol edemiyorum.

esra'yla görüşemedim, yarın da kaplıcaya gidiyorlar maaile, merüç'le de görüşemedim malum. neyse ki telefon gibi güzel bir icat var da sesleri vasıtasıylan hasret giderebiliyorum. canımsınız. perşembe pelin geliyor, şima sen çarşamba mı geliyordun bi denem? neyse, yarın turkcell günü, bi yoklayacağım seni :)
irem rüyamda gördüm seni, çok hatırlayamıyorum ama anlatıciim. şu kadarını diyiim, rüyamda bile enternasyoneldin. ehe.
yahu ne çok insanı özlemişim :'(

gelin.

06 Şubat 2009

tek bir iyi şey olsun istiyorum. çok yoruldum.

03 Şubat 2009

laptop'umda dizi izliyorum,
kardeşim laptop'unda dizi izliyor,
annem odasında dizi izliyor ve şu an farkettiğim üzere zavallı babam ilgimizi çekmek için takla atıyor. demin gelip iskambil kağıtlarımı alıp "oynayalım mı?" dedi, "ı-ıh" dedim. annemi ikna edemedi sanırım ve şimdi dedemle oynuyor. kötü hissettim, ama evet izlemeye devam edeceğim. hihoha friends sezon 1 bölüm 4.
siyu blogk.

grip

of, merüç günü bok oldu.
OF.

02 Şubat 2009

laptop generation

egemdeyiz. merve ve ben. egem'in yatağında oturuyoruz ve nedense egem'i sandalyeye mahkum etmişiz sandalyede oturuyor kızcağız. üçümüzde de laptop var ve hepimiz laptoplarımızın başındayız, film albüm vs paylaşımı yapıyoruz ve bütün gün boyunca yaptık bunu.
sıkıcıyız blogk, galiba artık okulun açılması lazım. ben şunu izliyorum, şunu dinliyorum harici bişey konuşamadık, egem'e last.fm account'u aldım en son, şu an last.fm'i çözmeye çalışıyor hatta :D buna rağmen de "hayır ya bilgisayarla ilgileniyor olabiliriz ama konuşuyoruz da bir yandan" diyerek kendimizi kandırıyoruz.
"sibel bizden sıkıldı msn açtı galiba" dediler şimdi hahahaha. ben de "ne yaptığımı bilmek istemezsiniz." dedim ve evet blogk yazdığımı farkettiler blogk.

İMDAT blogk. İMDAT.

ha bi yemekte bamya vardı, çok küseldi. ehe.

01 Şubat 2009

yael naim


her ne kadar her birimiz iyi müzik dinleyicileri olmak için çabalasak da arkadaşlarımla farklı müzik türlerine yakınız aslına bakarsanız. ancak hepimizin ortak olarak buluştuğu bir "tür" var ki o da piyano ve gitar alt yapılı kadın vokaller. bu durumun bize has olduğunu da düşünmüyorum aslında, sanki herkesin arada bir dinlemeye ihtiyaç duyduğu bir tür bu, bahsettiğim arkadaş grubunun dışından da kime bir albüm tavsiye edecek olsam çoğu zaman bir şekilde o albüm female singer-songwriter tag'i ile karşınıza çıkacak bir albüm oluyor. link'ini verdiğim bu albüm de öyle. madeleine peyroux da öyleydi :)
bu albüme gelecek olursak,
yael naim'in kendi adını taşıyan bu albüm ingilizce, fransızca ve ibranice şarkılardan oluşuyor ve folk ve jazz'a yakın tınılar barındırıyor. sakin, huzurlu bir şeyler dinlemek istiyorsan senin için ideal kısacası blogk. ha, unutmadan, toxic gibi gerçekten "süpriz" bir cover da güzel bir bonus olarak düşünülebilir bu albüm için. her neyse daha fazla uzatmayayım ve benim favorilerim far far, 7 baboker, pachad ve paris diyerek bitireyim.

ps: evet, bu albümü de gönderdim canlar'a geçen gün :)

egzoz amca

taksim'de hep 35c durağında ya da durağın etrafında gördüğüm bi amca var. üstü başı pislik içinde, saçları ve göğüs kafesine kadar uzanan sakalı pislikten sararmış. üstünde 3 kat kıyafet var, sol omzunun altında kalan bölümde montu ve altındaki 2 kat kıyafeti de yırtılmış, daha doğrusu katman katman aşınmış. çok düzenli bi aşınma ama, muhtemelen yerde sürüklenmiş. ayakkabıları delik değil, ama boyu posuyla orantılı bir şekilde küçük ve uçları yukarıya doğru kıvrık. biraz daha temiz ve aklı başında olsa yedi cücelerden ya da noel baba'nın perilerinden birine benzeyebilir yani.
yaklaşık 2 aydır görüyorum sanırım onu. ilk zamanlar "durağın kaldırımında oturup çığlık atan amca" olarak bildim kendisini. sonra bir ara görünmedi, son iki haftadır da başlıktaki ismi almasına neden olan durum baş gösterdi.

iki hafta önce her zamanki gibi 35c'ye binip pencere kenarına oturdum, boş boş etrafa bakınırken 35c'nin paralelindeki durakta bekleyen zeytinburnu otobüsünün arkasında yere çömelmiş otobüsün egzozunu "dinleyen" birini gördüm, evet o periden bozma deli amcaydı bu. dinleyen dedim çünkü dinliyordu gerçekten blogk, suratındaki şaşkınlığa inanamazdın. bir de çok acayip bi görüntüydü, yanımda makinem olsun çok istedim ama şimdi düşünüyorum da muhtemelen beni fotoğrafını çekerken görmesine pek de cesaret edemeyebilirdim. her neyse, en son da yine 35c nin diğer paralelindeki bir otobüsün egzozunun peşinden musluktan akan suyu tutmaya çalışırmış gibi ellerini açmış bir şekilde koşarken gördüm egzoz amcayı. egzoz konusunda ısrarcı olduğuna kanaat getirdim, çığlık atmaktan vazgeçmişti. adı bundan sonra egzoz amca, yeni bir atraksiyonu olursa kendisinin referansı bu site içerisinde bu olacaktır blogk. ha bir de bir oğuz atay karakteri olacak donanımda, o yüzden el altında bulunsun istedim. (bkz: beyaz mantolu adam)