Bu parlak buluş, bu sabah teneffüste Toraman'dan çıktı:
"Biliyor musunuz, bizim takımın çocukları rozet takmalı," dedi.
"Rozet mi?" dedi Çarpım.
"Sana söyleyen olmadı pis muhbir!" dedi Toraman.
Çarpım ağlayarak gitti, pis muhbir olmadığını ve bunu kanıtlayacağını söyledi.
"Rozetle ne yapacağız?" diye sordum.
"Birbirimizi tanıyabileceğiz," dedi Toraman.
"Birbirimizi tanıyabilmek için rozet mi gerekli?" dedi Dalgacı şaşkınlıkla.
Toraman, rozetin takımımızdakileri seçebilmemize yarayacağını, düşmana saldırdığımızda bize büyük kolaylıklar sağlayacağını anlattı.
Biz bu parlak buluşu çok tuttuk.
Gümüş, üniforma giyersek daha da iyi olacağını söyledi.
"Üniformayı nereden bulacaksın?" diye sordu Toraman. "Hem üniformalarla soytarıya döneriz."
"Benim babam soytarıya mı benziyor peki?" diye sordu Sırım.
Babası polis olan Sırım, ailesiyle alay etmelerinden hiç hoşlanmaz.
Ama Sırımla Toraman'ın dövüşecek zamanları olmadı. Çünkü Çarpım yanına Karagöz'ü almış geliyordu.
Çarpım, parmağıyla Toraman'ı işaret etti.
"O işte," dedi Çarpım.
"Bir daha arkadaşınıza muhbir dediğinizi duymayayım," dedi Karagöz. "Gözlerimin içine bakın. Anlaşıldı mı?"
Yanımızdan ayrıldıklarında, Çarpım çok keyifliydi.
"Rozet nasıl olacak?" diye sordu Dırdır.
"Altın olsa güzel olur. Babamınki öyle," dedi Gümüş.
"Altın mı? Sen iyice çıldırmışsın!" diye bağırdı Toraman. "Altının üzerine nasıl resim çizeceksin?"
Toraman'a hepimiz hak verdik ve rozetlerin kağıt üstüne yapılmasını kararlaştırdık. Sonra, rozetin biçimi üstüne tartışmaya başladık.
"Benim ağabeyim bir kulübe üye," dedi Dırdır. "Onun rozeti müthiş. Üzerinde bir futbol topu, topun çevresinde de defne yaprakları var."
"Defne yaprakları çok lezzetlidir." dedi Lüplüp.
"Hayır, çok iyi arkadaş olduğumuzu gösteren kenetlenmiş iki eli yeğlerim ben." dedi Sırım.
"Rozetin üstünde takımın adı olmalı: Öç alanların takımı. Sonra iki de kılıç, bir kartal, bir sancak. Çevresinde de adlarımız olmalı," dedi Gümüş.
"Biraz da defne yaprağı," dedi Lüplüp.
Toraman, bütün bunların biraz fazla olacağını, ama kendisine ipuçları verdiğimizi, şimdi derste rozeti çizip teneffüste bizlere göstereceğini söyledi.
"Rozet nedir?" dedi Dalgacı.
Sonra zil çaldı, sınıfa girdik.
Toraman, daha geçen hafta coğrafyadan sözlüye kalktığı için rahatça çalışabildi. Çok uğraştı. Boya kalemleriyle bir şeyler çiziyor, dilini çıkarıp duruyordu. Hepimiz meraktan çatlıyorduk. Toraman işini bitirince defterini şöyle bir tuttu, bir gözünü kısarak baktı. Çok hoşnut görünüyordu. Sonra teneffüs zili çaldı.
Karagöz dağılmamızı söyleyince hemen Toraman'ın çevresini sardık. O, gururla bize bize defterini gösterdi. Rozet, oldukça hoştu. Ortasında ve kenarında birer mürekkep lekesi olan bir rozetti. İçi mavi beyaz ve sarıydı, çevresinde de TPTSGLDD yazılıydı.
"Müthiş değil mi?" diye sordu Toraman.
"Evet," dedi Sırım. "Ama buradaki leke ne öyle?"
"Leke değil o, aptal! Kenetlenen iki el."
"Ya öteki leke? O da mı kenetlenen iki el?" dedim.
"Yok canım," dedi Toraman. "Neden dört tane el olsun? Öteki gerçek bir leke. Onu saymayın."
"TPTSGLDD ne demek?" diye sordu Gümüş.
"Adlarımızın baş harfleri yahu," dedi Toraman.
"Ya renkler ne öyle? Neden mavi beyaz ve sarı koydun?"
"Kırmızı kalemim yok da ondan" diye açıkladı Toraman. "Sarıyı kırmızı yerine kullandım."
"Altın olsa daha iyi olurdu." dedi Gümüş.
"Çevresine de defne yaprakları koymak gerek," dedi Lüplüp.
O zaman Toraman çok kızdı. Gerçek arkadaşları olmadığımızı, eğer hoşumuza gitmiyorsa avucumuzu yalamamızı, rozet mozet kullanmayacağımızı, boşuna canını dişine takıp derste bizim için uğraştığını söyledi. Ne yani yalan mı, iyi valla.
Ama biz rozetin çok kıyak olduğunu, takımımızdaki çocukları seçebilmek için rozet takma işini çok tuttuğumuzu söyledik.
Rozeti her zaman, büyüdüğümüzde bile takmaya karar verdik. Böylece herkes "Öç Alanların Takımı"ndan olduğumuzu anlayacaktı.
Toraman bütün rozetleri evinde yapacağını, onları yakalarımıza takmak için ertesi sabah hepimizin toplu iğnelerle gelmemizi söyledi.
"Yaşasın!" diye bağırdık.
Toraman, Lüplüp'e biraz daha defne yaprakları çizmeyi deneyeceğini söyledi. Lüplüp de ona sandviçinden bir parça salam çıkarıp verdi.
Ertesi sabah, Toraman okulun bahçesinden içeri girdiğinde hepimiz ona doğru koştuk.
"Rozetler yanında mı?" diye sorduk.
"Evet," dedi Toraman. "Canım çıktı, özellikle keserken."
Hepimize rozetini verdi, gerçekten çok güzeldiler: Mavi beyaz ve kırmızı. Kenetlenen ellerin altında da kahverengi şeyler vardı.
"Bu kahverengiler ne böyle?" diye sordu Tıngır.
"Defne yaprakları," dedi Toraman. "Yeşil kalemim yoktu."
Lüplüp bu işe çok sevindi. Hepimizin birer toplu iğnesi olduğundan rozetleri yakamıza taktık. Çok gurur duyuyorduk.
Sonra Gümüş Toraman'a baktı ve,
"Neden senin rozetin bizimkilerden büyük?" dedi.
"Şefin rozeti her zaman daha büyük olur." dedi Toraman.
"Senin şef olduğunu kim söyledi ki?" diye sordu Sırım.
"Rozet düşüncesi benden çıktı," dedi Toraman. "Şef benim. Beğenmeyen varsa burnunu dağıtabilirim."
"Ne münasebet efendim! Ne münasebet! Şef benim," dedi Gümüş.
"Dalga mı geçiyorsun?" dedim.
"Ne zavallı şeylersiniz!" diye bağırdı Toraman. "Madem öyle, rozetleri geri verin."
"Bak ben rozetini ne yapıyorum!" diye bağırdı Tıngır ve rozetini yakasından çekip yere attı, üstünde tepindi ve tükürdü.
"Ben de öyle!" dedi Dırdır.
Hepimiz rozetlerimizi çıkardık, yerlere attık, üstlerinde tepindik ve yere tükürdük.
"Bu maskaralık ne zaman bitecek?" diye bağırdı Karagöz. "Ne yaptığınızı bilmiyorum ama hemen kesin gürültüyü, anlaşıldı mı?"
Karagöz gidince Toraman'a arkadaşımız olmadığını, bir daha hayat boyu kendisiyle konuşmayacağımızı ve artık takımımızdan kovulduğunu söyledik.
Toraman, bunun umurunda olmadığını, zaten bir zavallılar takımında olmak istemediğini söyledi. Ve tencere boyutundaki rozetiyle gitti.
Şimdi takımdaki çocukları seçmek çok kolay: Bizim takımdakiler, rozeti olmayan çocuklar.
"Pıtırcık'a Bir Öpücük" ten.
****
Çok seviyorum blogk. Kaç kere okudum bilmiyorum ama yüzlerce kez daha okuyabilirim.
11 Aralık 2008
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 comments:
Yorum Gönder