metinleri biçip içinden adı konulmuş kuramlara, patolojik durumlara uygun parçaları çıkarıp etiketleme konusunda hep bir sıkıntım oldu benim. "okumak" denilen şey akademikleştiği noktada, ya da ders geçmek için zorunluluk kisvesi altına girdiği noktada uğraşılan şeyin kendisinden keyif alamadığımı(zı) da düşünürdüm hep. ama sanırım madame bovary'ye kadar hiç bu kadar yüzüme vurulmamıştı bu durum çünkü madame bovary bu konulara kafa yorduktan ve bölüme 2 senemi verdikten sonra okuduğum ve sadece okumak istediğim için okuduğum bir şeydi. anlatıcı ses açısından yaptığı yenilikle öncül bir iş olduğunu biliyordum elimin altındakinin, yine kurama, teoriye bulaştırmıştım kendimi ama durduğum mesafe benim için okuma zevki denen şeyi katletmeyecek kadar da yerindeydi. birincisi okuduğum şeyi sadece okumak istediğim için okuyordum, ikincisi de canımın istediği kadar zamanım vardı onu okumak için. ki bu keyfiyetin kendisi sayesinde elimden bırakmak istemiyordum okuduğum şeyi uzun zamandan beri ilk kez.
şimdi ise mevzuu bahis roman üzerinde 4 saatlik lecture dinlemiş bir dimağ olarak flaubert'in böyle bir şeyi yazarken başlıca kaygısının ne olduğunun farkındayım, bu kadar özdeşleştiğim, ideal olanı, metinsel olanı, deneyimlediğinin değil okuduğu şeyi, "olmayan"ı bir anlamda arayan emma'nın narsist kişilik bozukluğundan muzdarip olduğunu, kötü edebiyat maduresi bir kadın olarak hiçbir zaman kendine ait bir kimlik geliştiremediğini, kendine ait bir kimlik sahibi olmasının tek yolu olan zevzek charles'ı sevmeyi başaramadığı için o sanatçı halet-i ruhiyesine sahip olmasına rağmen trajediye mahkum olduğunu "biliyorum".
léon'la yaşadığının 2. sınıf romans parodisi olduğunu, benim metinsellik saplantısı dediğim durumunun quixotary bile olamayacak kadar acıklı olduğunu, frustration içinde yitip gittiğini, benim yaşamak istediğini yaşamayı zina yoluyla bile başardığını düşündüğüm ölümüne deliler gibi üzüldüğüm kadının hepimizin oturup "vahvah kötü edebiyat patolojiye bile yol açabiliyormuş demek ki, oysa mis gibi charles'ı sevebilseydi, o kitaptaki sahte olmayan tek insanı sevebilseydi..." dememiz gereken bir kadın olduğunu, üstüne üstlük flaubert'in bunu bir gazete haberinden yola çıkarak stendhal'ı ve bolzac'ı nasıl sollayacağını göstermek için ekonomik yazın ve stil peşinde koşarak yazdığını "biliyorum".
bütün bu anlattıklarımın benim durumumdaki bi insan için kaçınılmaz olduğunun farkındayım, 4. sene sonunda isyan etmek için de yazmadım bu kadar şeyi. sadece elindeki oyuncak alınıp gözleri önünde yere atılıp bir de üstünde zıplanmış bir çocuk gibi hissediyorum kendimi şu an. bir daha asla emma'ya narsist, rodolphe'e gotik edebiyat arakçısı muamelesi yapmadan okuyamayacağım ben o kitabı. hiçbir zaman özdeşleşmek istediğim kadar özdeşleşemeyeceğim, artık her şey dosyalandı kafamda, o sinir bozucu homais bile sadece sinir bozucu değil aydınlanmanın olup olabilecek en kötü temsilcisi artık benim için.
bu sıkıntı sadece okuma zevkimin elimden alındığını hissetmemden değil biraz da metinsellik ve gerçek olan arasındaki geçişliliği iyice sindiremiyor olmamdan kaynaklanıyor blogk. metine metinin dünyasında gerçeğe -ki o da herneyse- gerçek olanın dünyasında "bakamıyorum" ben. benim için ikisi içiçe, o yüzden tüm bunların gerekliliğini hep sorguluyorum, hep de sorgulayacağım galiba. bu işin okulunu okuyor olmamız bizi bu işin bilimadamları haline getirmemeli, laboratuarımızda okuduğumuz her şeyi parça parça edip, laboratuarın kapısını kapattıktan sonra "ama şimdi burası başka bir yer, o dediğin sadece kitaplarda olur." diyememeliyiz, dememeliyiz. aradığım şey metinlerde varolduğu için ben hala elimde tuttuğum, kağıt üstüne basılı olmayandan umutluyum.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 comments:
Yorum Gönder