03 Mayıs 2009

BEKLEYİŞ

BEKLEYİŞ. Küçük gecikmelerin (randevu, telefon, mektup, dönüş) akışına göre, sevilen varlığın beklenişinin yarattığı kaygı kargaşası.

1. Bir geliş, bir dönüş, vadedilmiş bir gösterge bekliyorum. Anlamsız da olabilir, alabildiğine dokunaklı da olabilir: Erwarttung'da (Bekleyiş) , bir kadın gece ormanda sevgilisini bekler; ben bir telefon bekliyorum, ama bunalım aynı bunalım. Her şey tumturaklı: oran duygusu yok bende.

2. Bir bekleyiş sahnebetimi vardır: onu düzenlerim, işlerim, bir zaman dilimi kesip burada sevilen nesnenin yitimini oynar ve küçük bir yasın bütün etkilerini yaratırım. Demek bu iş bir tiyatro oyunu gibi oynanır.
Dekor bir kahvenin içini canlandırmaktadır; randevumuz var, bekliyorum. Prolog'ta oyunun tek oyuncusu olarak (nedeni açık), ötekinin geciktiğini görür, saptarım; bu gecikme henüz matematiksel bir kendiliktir, hesaba vurulabilir (birkaç kez saatime bakarım); Prolog düşüncesiz bir kararla sona erer; kaygılanmaya karar verir, bekleyiş bunalımını başlatırım. O zaman birinci perde başlar, kestirimlerle doludur: ya saat konusunda, ya yer konusunda bir yanlış anlama varsa? Randevunun verildiği, kararın verildiği dakikayı anımsamaya çalışırım. Ne yapmalı (davranış bunalımı)? Kahve mi değiştirmeli? Telefon mu etmeli? Ama ya öteki bu yokluklar sırasında gelirse? Beni görmeyince gidebilir vb. İkinci perde öfke perdesidir; burda olmayana şiddetli serzenişler yöneltirim: "Ne de olsa bana bir..", "Çok iyi bilir ki.." Ah! burada olsaydı da burada olmamasını başına kakabilseydim! Üçüncü perdede, salt bunalıma ulaşırım: bırakılmışlığın bunalımına: bir saniyede yokluktan ölüme geçmişimdir: öteki ölmüş gibidir: yasın patlaması: içimde mosmor'um. Oyun budur, ötekinin gelmesiyle kısalabilir; I.'de gelirse, karşılama sakindir; II.'de gelirse "kavga" çıkar; III.'de gelirse, minnet duyulur, yücelik edimidir: derin derin soluk alırım, yer altından çıkıp da yaşamı, güllerin kokusunu yeniden bulan Pelléas gibi.

(Bekleme bunalımı sürekli şiddetli değildir; donuk anları da olur; beklerim ve bekleyişim çerçevesinde her şey gerçekdışılığa düşer; bu kahvede, içeriye giren, gevezelik eden, şakalaşan, rahat rahat bir şeyler okuyan ötekilere bakarım: onlar beklemiyorlar.)

3. Bekleyiş bir büyüdür: kımıldamama emri almışım. Bir telefon beklemek sonsuza, söylenmeze dek küçük yasaklarla örülüdür: odadan çıkamam, tuvalete gidemem, hatta telefon edemem (meşgul etmemek için); bana telefon edilmesi de canımı sıkar (aynı nedenle); şu saatte çıkmam gerektiğini düşününce deliye dönerim: iyilik getiren çağrıyı, Annenin dönüşünü kaçırma tehlikesi vardır. Beni zorlayan bütün bu sapmalar bekleyiş açısından yitirilmiş anlar, bunalım lekeleri olur. Çünkü arı bekleyiş bunalımı hiçbir şey yapmadan telefonun başında bir koltukta oturmamı ister.

4. Beklediğim varlık gerçek değil. Bebeğin ana memesini yaratması gibi, "sevme yeteneğimden, ona duyduğum gereksinimden yola çıkarak durmamacasına yeniden yaratırım onu" : öteki kendisini beklediğim yere, kendisini yarattığım yere gelir. Gelmezse sanrısallaştırırım onu: bekleyiş bir sayıklamadır. Gene telefon: her çalışında, çabucak açarım, arayan sevilen kişidir sanırım (beni araması gerektiğine göre); bir ufak çaba daha: sesini "tanırım" konuşmaya girişirim, beni sayıklamamdan uyandıran "münasebetsiz"e kızıp köpürmek pahasına. Böylece, kahvede, kapıdan giren her insan, ilk anda, en ufak görünüş benzerliğiyle, tanınır. Ve aşk ilişkisi yatıştıktan uzun zaman sonra bile, sevmiş olduğum kişiyi sanrısallaştırma alışkanlığımı hep sürdürürüm: bazı bazı geciken bir telefon gene bunaltır beni ve telefon eden her kişide bir zamanlar sevdiğim sesi tanır gibi olurum: kesilmiş bir bacağın sızısını hala duyan bir sakatım ben.

5. "Aşık mıyım? - Evet beklediğime göre." Öteki hiç mi hiç beklemez. Bazı bazı beklemeyen kişiyi oynamak isterim, başka bir yerde oyalanmayı, geç gelmeyi denerim; ama her zaman yenilirim bu oyunda: ne yaparsam yapayım, boşuna, tam zamanında, hatta saatinden önce, orada olurum. Aşığın kaçınılmaz kimliği yalnızca budur: ben bekleyenim.

(Geçişimde, insan hep bekler - hekimin, profesörün, laboratuarın kapısında. Dahası var: bir banka gişesinde, bir uçağın kalkış yerinde bekliyorsam, memurla, hostesle, saldırganca bir bağ kurarım hemen, ilgisizlikleri bağımlılığımı ortaya çıkarıp kışkırtır: böylece, bekleyişin olduğu her yerde geçişimin de olduğu söylenebilir: bölünen ve kendini vermekte geciken bir burdalığa bağlıyımdır - sanki isteğimi geçirmek, gereksinimimi aşındırmak söz konusuymuş gibi. Bekletmek: her iktidarın sürekli ayrıcalığı, "insanın bin yıllık eğlencesi.")

6. Bir yüksek görevli bir yüksek yosmaya tutkunmuş. Kadın "Yüz gece boyunca bahçemde, penceremin altında bir tabureye oturup beni beklersen, senin olurum," demiş. Doksan dokuzuncu gece, yüksek görevli oturduğu yerden kalmış, taburesini koltuğunun altına alıp gitmiş.

Roland Barthes

0 comments: