01 Aralık 2015

şeyler


Samatya Meydanı'na çıkan caddenin (meşhur Ali Haydar'ın lokantasının bir üst caddesi) üzerinde bir pide ekmek salonu var. Bizimkiler Adıyamanlı olduklarından çok seviyorlar pide ekmeği (tırnaklı pide diyorlar onlar aslında). Bana da oldum olası hep Antep'i hatırlatır pide ekmek. Çok sevmem, çünkü çok işlevsel gelmez (içini açıp sandviç yapamazsın, dürüm yapman gerekir illa vs.) ama arada aldıklarında da yiyorum bazen. Neyse, geçen yine önünden geçtik, annem girip pide aldı. Burada çalışan adamlar, gencinden yaşlısına, insana yiyecek gibi baktıklarından hepsine acayip sinir oluyorum. Anneme dedim, "E işte doğudan gelmiş adamlar, açlar" dedi. Şimdi böyle yazınca çok acımasız geliyor, ama beni rahatsız ederken düşünmeyen adam böyle itham edilirken ben rahatsız oluyorum ya.. Diyecek çok da bir şey yok aslında. Üstteki fotoğraftaki çıkartmayı pide salonunun duvarında gördüm. Oy zamanında kalma sanırım. Gerçekten de diyecek çok da bir şey yok aslında.

16 Kasım 2015

xenophobia

Bugün hastanede önümde sıra bekleyen kadının elindeki karta takıldı gözüm. Yabancı, Arap alfabeli bir kimlikti, "Suriyeli herhalde," diye aklımdan geçti. Sıra kadına gelince, bilgisayar başındaki randevu kaydı alan genç kız kadının elindeki kağıdı aldı, "Sağlık ocağından sevk alman lazım," dedi. Türkçe bilmeyen kadın bunu elbette anlamadı. Bunun üzerine kız klavyesini tutup çığlık çığlığa "SAĞLIK OCAĞINDAN SEVK AL ÖYLE GEL" diye bağırdı. Onun tepkisinin dehşetiyle araya girdim, "Türkçe bilmiyor ama," dedim. Kız "Canları isterse senden benden güzel biliyorlar Türkçe'yi," dedi. Zavallı kadıncağız elinde kağıtları ve kimliğiyle kalakaldı. Etraftaki vatandaşlar yardım etmeye çalıştılar, sanki daha fazla bağırdıklarında kadın söylediklerini anlamaya başlayacakmış gibi herkes aynı şeyi tekrarlayıp durdu.. Amcanın biri eliyle havaya yazma işareti yapıp "SEVK" dedi. Kadıncağız bildiği bir iki kelimeyi etti, "doktor" dedi, işaret etti, ama nafile. Samatya Hastanesi diye bilinen hastanede oluyor bu anlattığım bu arada ve benim gördüğüm, Suriyeliler'in  maruz kaldığı en "ılımlı" muamelelerden biriydi.

29 Eylül 2015

tansiyon



09 Haziran 2015

Men act and women appear


William Klein




























"I'm an outsider, I guess. I wasn't part of any movement. I was working alone, following my instinct. I had no real respect for good technique because I didn't know what it was. I was self-taught, so that stuff didn't matter to me."

08 Haziran 2015

Koen Wessing





























28 Mayıs 2015

being simone

I am too intelligent, too demanding, and too resourceful for anyone to be able to take charge of me entirely. No one knows me or loves me completely. I have only myself.

-Simone de Beauvoir

27 Mayıs 2015

Facebook

Geçtiğimiz günlerde Facebook'umu kapattım. Ara ara arkadaşlara neden kapattığımı açıklıyorum, zaten çoğu arkadaşım da çok bayılmadığı için açıklamak da çok zor olmuyor. Ama şunu nedense anlatamadığımı fark ettim, çünkü kendime de çok açıklayamıyorum. O yüzden yazayım, belki yazdığımda netleşir kafamda. 
Diğer sosyal medya sitelerinden farklı olarak Facebook'un "kişisel tarih" oluşturmak gibi bir fonksiyonu var. İşte şu tarihte doğmuş, şu tarihte şu okula başlamış, mezun olmuş, şununla ilişkisi başlamış, şu tarihte bitmiş, şurada işe başlamış, evlenmiş, işte fotoğrafları vs vs. gibi. Tabii bunların hepsini paylaşıp paylaşmamak elinde, ve her şey senin kontrolünde ve o kişisel tarih dediğim şeyi sen kendin oluşturuyorsun. Ve orada paylaştığın her şey belli bir ciladan geçirilerek paylaşılıyor, fotoğrafsa olabilecek en güzel fotoğrafın, yazıysa seni olabilecek "en" gösteren yazı vs vs. Bunun üzerinden yorumlar, başkaların yorumları vs derken orada bir tür "realite"nin filtrelenmiş hali olan bir şey oluşuyor ve her listene yeni birini eklediğinde o ufak paket "işte ben"i o insanın eline tutuşturuyorsun ve o insan da seni merak ettiği kadar o paketi kurcalıyor. Tüm bu yazdıklarım "Eee?" dedirtebilir, ama geçtiğimiz sene beni bu durumla ilgili iyice rahatsız eden iki şey oldu: 1) 8 senedir Facebook hesabım olduğunu fark ettim. SEKİZ SENE! Bunun iki-üç senesi çok aktif olmakla birlikte orada benim sekiz senemin fotoğrafları, yazıları, konuşmaları var. Ve oradaki "ben" ne kadar suni olursa olsun "ben" yine de ve onun izini oradan sürebiliyorsun. O suniliği artık istemiyorum sanırım. 2) Geçtiğimiz sene bir arkadaşım vefat etti. Listemde vefat etmiş benim yaşımda biri daha var ve onun da sayfası vefat edeli epey olmasına rağmen hala açık. Onunla çok yakın değildim, ama geçtiğimiz seneki arkadaşın vefatı beni biraz sarstı. Ve onun profilinin onun kontrolünden çıkıp bir nevi bir mezar taşına dönüşmesi, insanların orada teselli bulmaları, bu tesellilerin garip bir şekilde orayı o acıyı hatırlatan ve deşen bir şeye dönüştürmesi ve tüm bunların "sanal"lığı, özel alandan çıkıp performatif bir hal kazanması beni rahatsız etti. 

Daha da deşebilirim bu muhabbeti ama bu muhabbetin kendisi beni deştiği için burada keseyim. Toparlayabildim kafamda ama çok da akşam yemeği masası muhabbeti değilmiş, en iyisi ben yine "Vakit kaybı, sıkıldım," diyeyim, o daha kısa ve öz :) Yalan da değil hem. 

23 Mayıs 2015

A Girl Walks Home Alone at Night
















































































26 Şubat 2015

i am not yours.
i did not make the long hard journey through and across the spirit world
to
be a man’s ocean.
my body is not yours.
my mouth is not yours.
my water is not yours.
nothing i am belongs to you.
unless i decide
to
open my hand
and
give it to you.
–– birthmarks

Nayyirah Waheed

25 Şubat 2015

africa does not need your tears.
or
your prayers.
or
your money.
or
your t-shirts.
or
your telethons.
or
your hands ever so lovingly placed
on her buttocks.
your mouth at her breasts.
your fists in her eyes.
she wants you to stop pissing in her face
and
calling it water.
she wants you to leave.
she is the mother.
she does not belong to you.
you do not belong to her.
and
you hate this.
but
one day
you will reap.
what
you have sown.


–– aid

Nayyirah Waheed

11 Şubat 2015

BLUE PRELUDE

Last night, the ceiling above me ached
with dance. Music dripped down the walls

like rain in an old house. My eyes followed
the couple’s steps from one corner

to the other, pictured the press of two chests
against soft breathing, bodies slipping

in and out of candlelight. The hurt
was exquisite. In my empty bed, I dreamed

the record’s needle pointed into my back,
spinning me into no one’s song.

Saeed Jones

08 Şubat 2015

HE THINKS HE CAN LEAVE ME

by leaving me,
         but even now

I walk
burning

                   through the empty streets
                   of his mind.

Lonely
little town, no sound
                         
                         but my footsteps.

I grin,
mouthful of hell

                  my teeth
                  soot black.


In curlicues of smoke, I sing
his name

                   to the night


and his darkness
mistakes me


                    for sunrise.

Saeed Jones

10 Ocak 2015

My salad days,

When I was green in judgment, cold in blood...