08 Kasım 2010

kitap korkusu

kitap fuarı sonunda dün bitti blogk. ben böyle yorulmak bilmemişim önceden, bundan sonra yorulmak kriterim bu 9 gün olacak. ha şikayet de ediyorum sanma, çok çok güzel, çok keyifli geçti, güzel insanlarla, arkadaşlarımla çalıştım nihayetinde. 9 gün boyunca hep kitap konuştuk, gelene geçene kitap anlattık, bol bol kitap aldık. o kadar çok kitap aldık ki! ve de o kadar çok okudum ki, özellikle de cangençlik kitapları :) daha başka fuarlarda da sırf para çilesinden çalışmış bir insan evladı olarak bu seferkini asla diğerleriyle kıyaslamam mümkün değil. her şeyiyle şahaneydi. 
amma velakin, bunlardan öte diyeceklerim var sana, başlığımdan da tahmin edersin. 
benim güzel güzel içime çektiğim şu ortamdan çok farklı kitap fuarına gelenlerin, özellikle de 12-18 yaş arası gençlerin deneyimlediği. ben o yaş grubuna dahilken en fazla 3 kere gitmişimdir kitap fuarına, zaten kitapla ilişkim de hiç öyle "geleneksel" ya da senede birlik bir organizasyonu "gerekli" kılacak bir şey olmamıştır (fuara gelenlerin hepsinin ilişkisi böyledir demiyorum, fuarın bir kitapsever için gerekli, elzem bir etkinlik olmadığını anlatmaya çalışıyorum sadece). her neyse, ne yazık ki öğretmeniyle, anası babasıyla fuara gelen, "çocuklarımıza yılda bir kere de olsa ucuzundan kitap alalım da sevinsinler" hissiyatından faydalanacak gençleri o kadar büyük bir sansür bekliyormuş ki..ben bir gençlik kitapları satan yayınevi standında çalıştığımdan bu sansürle o kadar çok karşılaştım ki, fuarın ortasından sonra artık bu sansür içinde çalışmaya, "işlev" görmeye çalışır buldum kendimi. böyle bir şeye hiç inanmadığım halde hem de, sırf belki kendim okuduğum şeyi karşı tarafa anlatır ve "korkulacak" bir şey olmadığına onları ikna eder isem belki siyasete gülünebilir, cinselliğin gençlerin bir parçası olduğunu kabul eden bir joyce carol oates kitabı onların da evlerine girebilir diye. recep tayyip erdoğan'ı ti'ye alan mizah kitaplarını aldığı için öğretmenleri tarafından anası babası aranan, aldığı kitabı ağlamaklı halde "parası önemli değil, başımız yeterince belaya girdi" diye iade eden lise öğrencilerinden tut da, üzerinde seksi yazan kitaba uzandıkları için ellerine vurulan yeni yetmeler..nelerle karşılaştık blogk, tarif edemiyorum. atatürk kültür merkezi standı çalışanları gelip gençleri kışkırtmakla bile suçlayacak oldu standımızı. bunları bir ara ali de yazacak, o yüzden çok ayrıntısına girmiyorum.
teoride şaşırıyor da değilim aslına bakarsan, hepimiz nasıl bir ülkede yaşadığımızı çok iyi biliyoruz sonuçta. ama bu kadar ilk elden deneyimlemek, bir annenin babanın bir roman okuyup çocuğunun eşcinsel, sapık, terörist, ana baba düşmanı olabileceğine, "aklının karışabileceğine", "okuduklarının ona 'ağır' gelebileceğine" bu kadar inandığını birebir görmek çok başka bir şeymiş. çoğu kez kendi okuduğum kitapları anlattım, içinde küfür, cinsellik, şiddet bulunmadığına, "kitap kapağına aldanmamaları" gerektiğine ikna etmeye çalışır buldum kendimi. bu ana babaların bazıları dediklerime aldandı, üstü başı düzgün, orası burası gözükmeyen, akl-ı selim görünen "ablanın" dediklerine inandı bir de. düşünebiliyor musunuz? bu sansürü kırmak bir yandan da bu kadar "kolay" yani. her şeyin altında yatan şekilcilik. kelimelere, yazıya, içeriğe, yazara hiç inanç yok.
fazla uzatmayayım, nitekim bunlar ne ilk, ne son, ne de yeni sıkıntılar. asıl amacım şuydu aslında: çok kitap okumasalar, film izlemeseler de bana, aklıma, kendilerine, büyüttükleri evlada inanan, güvenen, istediğim hiçbir şeye uzanırken elime vurmayan, anlamadıklarını anlamamda sakınca görmeyen anneme babama çok teşekkür ederim. bugün ne olduysam, sizin bu güzelliğiniz sayesindedir. sizi çok seviyorum.

3 comments:

irigitte fardot dedi ki...

içim acıdı.

A. dedi ki...

en çok öğrencilerin kitapları iade etmesine üzüldüm. öğretmenlerine, ailelerine kafa tutamamalarına, "size ne" çekememelerine, gençliklerinin verdiği delibozukluğu burada konuşturamamalarına. eminim korkunç bir baskı hissettiler üzerlerinde ve o kadar ezildiler ki ellerinden bir şey gelmedi. kitap fuarında lise öğrencisi kitap bakıyor diye eline vurmak ne demek ulan! götürme o zaman fuara, senin uygun gördüğün kitaplar neyse onları getirt, okulda stand aç oradan kim ne alacaksa alsın. en azından o tiksinç, ikiyüzlü tavrınla kültürel değer, çağdaşlık filan kartlarına oynanamış, daha da saçmalamamış olursun. en azından yaptığın işte bir gıdım tutarlılık olur.

bir de senin pozisyonuna üzüldüm; o kitapların "aslında" x, y olmadığını anlatman gerekmesine. o hissi o kadar iyi biliyorum ki, sergilerden filan. bir yandan ulan bari bir kez oyunun kurallarının bozulduğunu göreyim diyorsun, iyi ya da kötü bir edebiyat yapıtının bu muamaleyi görmesine tahammül edemiyorsun, o genç insanın da bu muamaleyi görmesi tepeni attırıyor ve sonuçta sen de yardırıyorsun, cansiperane savunuyorsun doğru bildiğin ne varsa. ama bir yandan da (senin "kapağa aldanmayın" durumunda olduğu gibi) karşımdakini ikna edeceğim diye hiç istemediğin şeyler yaparken buluyorsun kendini ve NE YAPIYORUM LAN BEN ŞU AN sorusuyla kafan şöyle bir gidip geliyor. çünkü biliyorsun ki kapağa aldanmayın demesen o insanla iletişim kurman mümkün değil. bir bedel olarak bunu kabulleniyorsun. ama yine biliyorsun ki aslında kapak da hiç sorun değil, hatta "aldanın kapağa" yani. yapısalcılığın bir kolunda böyle bir şey var değil mi, metnin bir parçası olarak kapak. metinle birlikte okunacak bir şey olarak kapak. neyse işte sen de gayet iyi biliyorsun zaten bunları ve yazıda anlatmışsın da, AMA İŞTE. olmayacak başka türlü. anladığım kadarıyla çoğu zaman olmamış da zaten.

işte böyle gece gece sinirlendim, o sinirle de bunları yazdım gitti.

mehmet bizansbeyi dedi ki...

Eminim bütün bunlar kışkırtıcı olmuştur. Yasaklamanın kişiyi daha da meraklandırdığı bilinen bir gerçektir. Sahici kitaplarla ilgilenen o güzel çocuklar daha sonra gidip Oates kitapları almışlardır bence.

Kitabın kapağı da çok güzel.