esra'yla buluşmuşuz sonunda, birlikte yürüyoruz eminönü'ne benzer bir yerde. tabi ki her seferinde olduğu gibi oraya nasıl geldiğimizi hatırlamıyorum ama o an hatırlıyordum. her neyse, denizin üzerinde, iskele gibi bişeye işaret ediyor esra, "bunun üzerinde yürüyelim mi?" diyor. ben çok hevesli değilim, çünkü iskele bildiğin sallanıyor; ama yine de "olur" diyorum. yürümeye başlıyoruz kenarları duvarlarla örülü iskelenin üstünde, önümüzde de yürüyen başkaları var. geçit gibi bir nevi yani. birden iskele sallanmaya başlıyor, esra'yla beraber yalpalıyoruz ama üzerinde yürümeye devam ediyoruz. sonra büyük bir dalga geliyor sanırım çünkü iskele yerle hiç bağlantısı yok gibi tepetaklak oluyor ve tersi dönmüş bir şekilde su yüzeyinde kalıyor. esra'yla ben de denize düşüyoruz tabi, ben korkuyorum ama ikimiz de çığlık filan atmıyoruz, ben iskeleye tutunup çıkıyorum, esra ortalarda yok. çıktığımda sırılsıklam olmadığımı sadece hırkamın ıslandığını farkediyorum. iskeleye yakın bir restoran görüyorum, restoran da değil daha çok esnaf lokantası gibi. oraya yürüyorum esra'nın orada olacağından emin bir şekilde. lokantanın dışında da masalar var, o masalarda da oturan insanlar. bir masada oturan 3 elemandan biri beni bi süzüyor, "bi dakka ya, sibel sen misin?" diyor. ben afallıyorum, elemanın yüzü tanıdık ama çıkaramıyorum. "evet" diyorum, eleman da ismini söylüyor, şimdi hatırlamıyorum. "ilkokuldan" diyor. hah, "ben de onur diyecektim, ne kadar çok benziyorsun onur'a" diyorum. ve o an farkediyorum eleman hakkaten ilkokuldan arkadaşım onur'un kopyası. o da gülüyor, "yok sadece benziyoruz" diyor, anlatıyor bir şeyler. diğer iki eleman da okuldan arkadaşımmış, konuşuyoruz. ben diyorum biladerler kalırdım ama arkadaşa bakıcaktım ben diye. sonra lokantaya giriyorum, esra hakkaten lokantanın arka tarafında oturmuş elinde saç kurutma makinesi kıyafetlerini kurutuyor. ikimizde de yolda düşmüşüz, ya da yağmura yakalanmışız gibi bi hava var, öylesine rahatız yani. ben de hırkamı filan kurutuyorum bi yandan lokantanın sahibi olan kel göbekli, göbeğinin altında kemerli amcalar kötü kötü bakıyolar bize. biz de "elimizi çabuk tutalım bari" oluyoruz. sonra da lokantadaki masalardan birine oturup yemek yiyoruz. ama hala huzursuz bir hava var nedense bize gıcık lokanta amcaları yüzünden. sonra film kopuyor, bu sefer şima'yla taksideyiz, yine ikimizde de bi haller var. yağmur yağıyor bi yandan da. şima "bize gidelim ama ... uğradıktan sonra" diyor. böyle üstü alter kıyafet & aksesuar mağazası altı depomsu bi yere gidiyoruz. oradaki kötü adamlarla bi piroplemimiz oluyo, buralar biraz karışık, hatırlamıyorum ama. paramızı mı artık alacağımızı mı neyse alıp çıkıyoruz, yine taksiye atlıyoruz. şima "artık bize gidemeyiz, evin nerede olduğunu biliyorlar" diyor, ben "bize de gidemeyiz orayı zaten biliyorlar" diyorum. evdekiler için dertleniyorum acaba onlara bişeyler yaparlar mı diye. sonra yine film kopuyor, şimalardayız, onlara henüz gelmemişler. sonra bizdeyiz, benim kıyafetleri alıyoruz acele acele. sonra yine taksiye atlıyoruz. gidecek yer bulamadan uyandım.