23 Ocak 2009

shrink

otobüs durağında beklemekte olan 35c'nin içindeyim, pencere kenarındaki koltukta oturuyorum. az uyumuşum, sersemim, başım ufaktan ağrıyor. önce gizem geçiyor, otobüsün hemen yanındaki kaldırımdan. iyice süzüyorum, boyu uzamış, yani tabi ki uzayacak da ilkokulda çok kısa olduğu için o kadar uzamasını beklemeyeceğiniz kadar. yanında da annesi var. yüzü aynı, oynadığımız zıpırdak bi oyun sırasında kafasını sıraya çarptıktan sonra iki kaşının ortasında oluşan o yara izi de yerinde hala. sonra yine aynı yönden yine bir ilkokul arkadaşımın, buket'in, ablası geçiyor bu sefer, adını hatırlayamadığım. saçlarını sarıya boyamış, yine beyaz spor ayakkabılı :) ona da bakıyorum bi süre boş boş. sonra ilkokuldayken aşık olduğum, adının uğur olduğunu tahmin ettiğim bizim mahalleden bi çocuk geçiyor. hani böyle o yaşlarda aşık olduğunuz -burada figurative bi aşık olma tabi bahsettiğim, yoksa ne aşkı blogk ehehea bacak kadar boy ilen- birini bi 10 sene sonra filan görünce "öööğğ buna mı yaaa" olursunuz ya, öyle olmuyorum. güzel çocukmuş len hakkaten diyorum, üstü başı da düzgün mahalli rap akımına filan bulaşmamış mesela ehe :)

yok rüya değil, üç saat önce filan oldu bunlar. hayatımın beş yılı gibi bi paydada buluşan, en az üç senedir görmediğim üç kişi 15 saniye gibi çok kısa bi zaman diliminde, maksimum 15 metrekarelik bi alanda istanbul gibi kocaman bir şehirde aynı anda bulundular. birbirlerinin ve benim onları izlediğimin farkında olmadan. çok küçük ve önemsiz geliyor kulağa ama böyle şeyler beni nedense hep çok etkilemiştir. anlatmak istedim o yüzden.

2 comments:

irigitte fardot dedi ki...

nur inmiş sana. gökten. amin.

Sibel dedi ki...

en son sahneye uğur -öhöm- girdiği zaman "nooluyoo laaan?!" dedim ben de. ahahaha.