30 Nisan 2009

biz böyle mutluyuz

let me sign

o kadar güzel ki, kapatamıyorum, dinlemeden duramıyorum blogk.

Standing by a broken tree
Her hands are all twisted,
She's pointing at me,
I was damned by the light coming out of her eyes,
She spoke with a voice that disrupted the sky,
She said "Walk on over here to the bitter shade,
I will wrap you in my arms and you'll know you've been saved"
Let me sign,
Let me sign.


-robert pattinson / indir - download

29 Nisan 2009

omg

yıllık yazılarının yarın son günüymüş.
2 saattir doğru düzgün samimi olmadığım insanlara bir şey yazacağım diye sekkiz oldum. üstelik gerçekten samimi olduğum insanların hiçbirine de -pelin hariç- şu saat itibariyle tek satır yazmış değilim. evet, bu tam alttan teenslasher efekti vermen gereken sahne blogk.

dehşet içerisindeyim.

edit: an itibariyle bitti yazılar. saat 02:50, 10 kiloyum.

çok pis uyuyakalırım.

evdeyim, hala yataktan çıkmamak için direniyorum. atilla da hala uyuyor. niye okula gitmedi ki bu çocuk?
"yüzyıllık yalnızlık dersini kaçırmayın, gelin mutlaka" dedim insanlara, daha doğrusu pelin'e, ve ben uyuyakaldım blogk. çok saçma oldu, üstelik çikolata almış benim için, şima benim için dar paça pantolon giymiş filan. bleh. mis gibi okulda insanlarla muhabbet ediyor, insan yüzü görüyor olmak varken şimdi evde oturup popo büyüteceğim işte. into the wild'ı indirdim sonunda, onu izleyeyim diyorum. belki mahrem de okurum biraz.
midem son zamanlarda garip huylar edindi. acıktığım zaman ağrımaya başlıyor mesela. "hadii çabuk ol ama" diyor resmen, bir garip. hava da bir garip, çok iç sıkıcı. hayır ben severim böyle hava da bu kadar küresel ısınma bana bile zarar.

sınav sonuçlarımız belli olmuş, roman tipolojileri dersinin son sınav notum istediğim gibi geldiği için bundan sonraki sınava girmeme gerek kalmayacak. bu da baya bi rahatlayacağım demek. okunacak 3 roman kaldı dönem sonuna kadar. şaka gibi.
hala yıllık yazılarını yazmaya başlamadım bu arada. çok zor.

28 Nisan 2009

vatkenaydusamtaymz

rendıma bir-iki

yıllık yazısı yazmamak için attığım taklaların sayısını hesaplayamaz oldum. erteleyip duruyorum ama bir yandan da kafamda cümleler dönüp duruyor. pelin aradı benden psikolocik baskı görmek için :p nitekim o da başlamamış yazmaya. benden psikolocik baskı yerine gepgeniş bi umarsızlık gördü nihayetinde, bilemiyorum, bakıciiz.
bir de bana yazılan bombastik yazılar var blogk. inanamazsın, ben hala inanamıyorum. neyse.
önümüzdeki pazartesiye iki adet ödev teslimim, salıya bitirmiş olmam gereken bir roman ve yine aynı romandan bugün başıma kabakolmuş bir sunum ve de tüm bunlara rağmen pazar akşamı şima'nın da gazıylan gitme hayalleriyle yanıp tutuştuğum bir adet bonnie prince billy konseri var.
bu saydıklarımın haricinde de süt liman her şey. babamla konuştum demin, beli ağrıyormuş, kıyamam. esra'yla konuştum, hayatındaki haset savaşları konusunda güncellendim, kızım okul arkadaşları bbg evi yarışmacıları gibi.
just in: merüç last.fm'den şöyle bir şey yazmış --> tutti frutti tekilas

ahahahaha hohohohoho
ben gideyim ya.
felsefe sınavım mı? kuyruksuz dananın selamı var.

27 Nisan 2009

dananın kuyruğu

24 Nisan 2009

hayatın çok zor olması:

printer'ımın başına gelenler, kartuşçu abinin etrikaları gibi bahsederek içinizi, içimi açamayacağım talihsiz serüvenler dizisi sonucu pazartesi günkü felsefe sınavıma çalışmaya 15 dk önce başladım, ki şimdi saat :20:48:, ve hayat şimdiden çok zor blogk. ismini vermek istemediğim bir izleyecimizin, kayıtdinleyipnotyazıcımızın daha doğrusu, notlarını da bayaaa bir elden geçirmek gerecek üstelik. pff.

kambur s odasından bildirdi.

22 Nisan 2009

es

çok sevdiğim insanların mutsuz olmasına, haksızlığına uğramasına dayanamıyorum. yardımcı olamayacağım durumlarda özellikle, içim içimi yiyor.
neden mutsuzluklarını yaymak için bu kadar fazla uğraşıyor insanlar blogk? gerçekten anlamıyorum, empatiyi geçtim, biraz özsaygı sahibi olmak bu kadar mı zor?

21 Nisan 2009

where is buffy when we need her?

prue: i hate cemeteries at night.
phoebe: i hate cemeteries at day.
:strange noises:
phobe: what was that?
prue: probably a zombie..or a vampire.
phobe: great, just great. where's buffy when we need her?

günaydın

esra'yla konuştum demin, sonunda buluşabileceğiz. bilgisayarını servise vermesi gerekiyormuş, servis de fatih'te bir yerdeymiş, historia'da buluşalım dedi. olur dedim.
historia bir alışveriş merkezi (imiş) blogk. oldum olası haz etmedim alışveriş merkezlerinden, ucuzluk yoksa yani bir şey almayacaksam çok sıkılıyorum zaten her gittiğimde. neyse, bu historia'yı ilk kez görüciim ve esra'ya can kurban. :adıvesoyadıgerçektenbuolanbirinihatırladımşimdinedenallahım:

ve de anlatacak milyon şey birikti. kaçayım ben. ve de evet saat itibariyle, günaydın!

20 Nisan 2009

eller

charlie için 3 kere : yaşa yaşa yaşa!



"avrupa'da böyle değil." kıvamlı genellemelerin daha az bilinenlerinden biri de "bu yabancılar çocukları nasıl yetiştiriyorlarsa hiç ağlamıyorlar, mızmızlanmıyorlar. bir tatil köyüne gittiğinizde etrafta ne kadar ağlayıp kendini yerlere atan çocuk varsa bilirsiniz ki o çocuk türk'tür" genellemesidir ki büyük ölçüde katıldığım bir genellemedir blogk. ben de görmedim hiç "anneee bak ben napıyoruum" ya da "istiyorum istiyorum istiyorum işteeeeee" diye ağlayan ecnebi bebe.
her neyse blogk, bu genellemeyi doğrulayan bir video yukarıdaki. şima'nın partisindeki 5 saatlik video seansı sırasında varlığından haberdar oldum ve emeği geçen herkese öpücüklerimi gönderiyorum buradan. charlie rulaz.

19 Nisan 2009

being charlie kaufman

"What was once before you - an exciting, mysterious future - is now behind you. Lived; understood; disappointing. You realize you are not special. You have struggled into existence, and are now slipping silently out of it. This is everyone's experience. Every single one. The specifics hardly matter. Everyone's everyone. So you are Adele, Hazel, Claire, Olive. You are Ellen. All her meager sadnesses are yours; all her loneliness; the gray, straw-like hair; her red raw hands. It's yours. It is time for you to understand this. As the people who adore you stop adoring you; as they die; as they move on; as you shed them; as you shed your beauty; your youth; as the world forgets you; as you recognize your transience; as you begin to lose your characteristics one by one; as you learn there is no-one watching you, and there never was, you think only about driving - not coming from any place; not arriving any place. Just driving, counting off time. Now you are here, at 7:43. Now you are here, at 7:44. Now you are... Gone."

18 Nisan 2009

ıhlamur / iyi

evdeyim, odamdayım, yarın erken kalkmam, ders çalışmam gerekmiyor = mutluluk.
dün şima'nın anofişıl doğumgününü kutladık, şimalarda. pek güzeldi, pek eğlendim, paylaşma konusunda soru işaretlerimin olduğu 60lardan fırlama garip danslarımı içeren videolarım var. biz beraber güzel eğleniyoruz ya, ama "bize" göre eğleniyoruz bir yandan da. jargondan uzaksan bi grup gerzek ya da sayko olduğumuzu düşünme ihtimalin de çok yüksek blogk. tabi bu genellemeden d'yi uzak tutuyorum ahaha. uhahaha.
herkesler evlerine dağıldıktan sonra merve - şima - ben büyük bir bilinç ve sorumlulukla bulaşık yıkayıp ev topladık ki bu da saat 5'e filan tekabül ediyor. sonra da "beraber yatacağız" gazıyla koltukları filan birleştirdik, şima babasının hala "nasıl" olduğunu çözemediğim kırmızı yanardöner battaniyesini verdi bana, adam başına bir battaniye/ yorgan sahibi bi şekilde koyun koyuna yattık. şima 3. saniyede horlamaya başladı, merve sabah vaktinde uyanıp kendisine bi karış kısa gelen pijamasıyla ona ilgi göstermemizi sağlamak için olmuş olabilecek en ince ses tonuyla "kalkııın" diyerekten bir süre zıpladı. sonra da gidip -uyanmamamıza rağmen- cici cici tost yapıp sigara böreği kızarttı bize. hayat.
haa bi de hayat demişken:


ya blogk, işte böyleyken böyle, s kulunuz sesi sedayı keseli burnunu kitaplardan kaldırabildiği tek vakitte de kırmızı battaniyelere sarıldı. hayat demiştik, değil mi?
önümüzdeki hafta da bahar tatilim var. esracımı görücem sonunda, kafa dinliycem, ilgi gösteremediğim eşe dosta ilgi göstericem.
güzel şeyler bunlar.

15 Nisan 2009

huzur oto yıkama

yersen.

11 Nisan 2009

se-s mayday

daha hasta olamazdım blogk. yine mi deme yine. dün ateşten kıvrandım, bu sabah da gidip popoya bi adet iğne yedim. eliz'in tacını devraldım galiba. bedbahtım. gidip ses kayıtlarından ders notu yazacağım şimdi.

büdüt: ilk dersi yazmayı şimdi bitirdim. merve bi 2 dk filan unutmuş ses kaydını aldığımız ufomsu mp3 playerını kapatmayı. o arada da baya muhabbet etmişiz, muhabbetin kendisi eğlenceli evet, rüyamı filan anlatıyorum ama sesim beni çok tedirgin etti blogk. kendi sesimi her türlü kayıt şeysinden dinlediğimde üzülürüm ben zaten de bu sefer fazladan hoşuma gitmedi. kuul ses tonu istiyorum. kuul olmasa da olur ya, karakteristik ses tonu istiyorum.

08 Nisan 2009

selimoloji

"Gerçekten bucak bucak kaçıyorum. Birini sıkıntıda görünce çocuk gibi ortadan kaybolmak istiyorum. Korkaklıktan değil; kendimi onun yerine koymaktan. İnsanların karşısında bazen de o eski aptalca utangaçlığım yüzünden dikilip kalıyorum. Gitmek gerektiği halde bir türlü uzaklaşamıyorum. Her zaman gerekenin tersini yapıyorum, çocuklar gibi. Kitaplarla, yeni bir çeşit masal dünyasıyla hayatı karıştırıyorum eskisi gibi. Galiba gittikçe de düzeltilemez oluyorum bu konuda. Masalın nerede bittiğini, hayatın nerede başladığını farkedemiyorum. Bazen, suratıma bir garip bakıyorlar; o zaman uyanır gibi oluyorum.
Benim için bütün oyunlar, romanlar, hikayeler herkesin anladığından başka bir anlam taşıyor. Bütün hayat, bütün insanlık bu kitaplarda anlatıldı, bitirildi. Yeni bir şey yaşamak, yeni bir kitap tanımak oluyor benim için. Kitaplarla ve onların yazarlarıyla birlikte yaşıyorum. Önsözlerle yaşıyorum. Hiçbir yazar şaşırtmıyor beni: çünkü hayatlarını sonuna kadar biliyorum. Gerçek dediğiniz dünyadaysa kimin ne yapacağı belli değil. Her gün şaşırtıyorlar beni. Yazarlarımla yaşamak daha kolay. 1886'da N. kasabasında doğdu. Babası, annesi, kardeşleri, çevresi, yaşarken kimsenin bilmediği ıstırapları, kuruntuları, arkadaşlarıyla kavgasının gerçek nedeni, hepsi hepsi satırların arasında. Tanımadığım yönlerini merak ediyorum ilk sayfalarda; fakat biliyorum hemen her şeyi öğreneceğimi.
Bana kitap kurdu, boş hayaller kumkuması, hayatın cılız gölgesi gibi sıfatlar yakıştırılabilir. Şövalye romanları okuya okuya kendini şövalye sanan Don Kişot'a benzetebilirsiniz beni. Yalnız onunla bir fark var aramda: ben kendimi Don Kişot sanıyorum.
Kitaplardan, yaşantılarım için yararlanamadığımı ve kendimi bir biçime sokamadığımı da yüzüme vurabilirsiniz. Ne yapabilirim? Kitap okumakla, manavın beni aldatmasına engel olamıyorum bir türlü. Manava inanmadığım halde aldatıyor beni namussuz. Ya inandığım dostlarımın beni aldatmasını önlemek: büsbütün imkansız bu. Dostlarım alay ediyor benimle. Bu çocuğun sonu ne olacak diyorlar. Hiç olmazsa kitaplardan kitap çıkarmalıymışım. Bunu da yapamıyorum, yazamıyorum. Kitapları, işimde kullanılacak bir mal gibi göremiyorum: kapılıyorum onlara. Belki kitaplar da onlara karşı gösterdiğim aşırı ciddiyetimle alay ediyordur. Biliyorum, kitaplar da beni adamdan saymıyorlar. Fahişelerin, onlara barlarda para yediren tüccarları küçümsemesi gibi hor görüyorlar beni.

Bütün bunları düşündükçe daha da tersleşiyorum, kendime daha çok zararım dokunuyor; benimle alay edenlerin gözünde daha da küçülüyorum. Duvarlar duvarlar var çevremde. Halsiz kalıncaya kadar başımı vuruyorum onlara.
"

04 Nisan 2009

upset stomach girl

03 Nisan 2009

j. l. borges

"Gerçek hayatta olup bitenlerin farkına hep kitaplarda okuduktan sonra varmışımdır. "

"Kendimden söz etmeme izin verirseniz, ben de yazgımın edebiyat olduğunu, başıma kötü şeylerin de, bazı iyi şeylerin de geleceğini, ama sonunda hepsinin sözcüklere dönüşeceğini hep bilmişimdir. Özellikle de kötü şeylerin sözcüklere dönüşeceğini, çünkü mutluluğun dönüşmesi gerekmez, mutluluk kendi başına bir sonuçtur.
"