:kelimelerinkifayetsizkalması:

"şu 21. yy'da anlamadığım iki şey var; biri uçakların nasıl uçtuğu, aklım almıyor gerçekten, bir de hamdi alkan'ın çocuklarının nasıl bu kadar güzel olabildiği.."
Mehmet Ali Erbil ,

bayanlar baylar.

yael naim - far far

Far far, there's this little girl
she was praying for something to happen to her
everyday she writes words and more words
just to spit out the thoughts that keep floating inside
and she's strong when the dreams come cos' they
take her, cover her, they are all over
the reality looks far now, but don't go

How can you stay outside?
there's a beautiful mess inside
how can you stay outside?
there's a beautiful mess inside
oh oh oh oh

Far far, there's this little girl
she was praying for something good to happen to her
from time to time there are colors and shapes
dazzling her eyes, tickling her hands
they invent her a new world with
oil skies and aquarelle rivers
but don't you run away already
please don't go oh oh

How can you stay outside?
there's a beautiful mess inside
how can you stay outside?
there's a beautiful mess inside
Take a deep breath and dive
there's a beautiful mess inside
how can you stay outside?
There's a beautiful mess
beautiful mess inside

Oh beautiful, beautiful

Far far there's this little girl
she was praying for something big to happen to her
every night she hears beautiful strange music
it's everywhere there's nowhere to hide
but if it fades she begs
"oh lord don't take it from me, don't take it"

She says, "I guess I'll have to give it birth
to give it birth
I guess, I guess I have to give it birth
I guess I have to, have to give it birth
there's a beautiful mess inside and it's everywhere

Just look at yourself now
deep inside
deeper than you ever dared
deeper than you ever dared
there's a beautiful mess inside
beautiful mess inside

da-fos

maaile salondayız, babam ve dedem türk kahvesi içiyor, babam bir yandan yahudilerin dünya ekonomisindeki yerinden bahsediyor. sebep: davos. gece yarısı haberlerini izliyoruz. rte'nin ne yaptığı azıcık TV izlediyseniz malumunuzdur, bahsedeceğim mesele de bu değil zaten. "benim için davos bitmiştir" lafı sonrası dıdıtdıtdıdıt efektiyle kamera sokaktaki rte destek eylemlerine dönüyor haberlerde. ikidir şöyle laflara denk geliyorum, "başbakanımız tabiri caizse bir osmanlı tokatı gibi verilmesi gereken cevabı verdi.", ya da, "başbakanımız bir osmanlı torunu olduğunu tüm dünyaya gösterdi." çok şaşırıyorum blogk, gerçekten. yani 20. yy ortalarında doğmuş bir kuşağın hala osmanlı özlemiyle yanıp tutuşmasını anlamıyorum. 19. yy için bu tür şeyleri okumak, duymak şaşırtmıyor, çok büyük bir imparatorluğun çöküşüne tanık olmuş adamların dünyada olan bitene objektif bakamaması şaşırtmıyor, ama bugün..hala mı bu kompleksten arınamadık, hala mı osmanlı ideali peşindeyiz yani? inanasım gelmiyor blogk. ama bunca insanın başbakan uluslararası bi toplantıyı terketti diye orgazm olması ve bunu bu şekilde dillendirmesi başka bi açıklamayı mümkün kılmıyor ne yazık ki.

sadece kayıtlarda bulunması açısından söylüyorum,

dexter'ın 2 sezondur giydiği yuvarlak yaka, düğmeli, dümdüz strech badilerden bi beyaz, bi gri, bi de varsa haki yeşili istiyorum, adresim ekte. beden M. pls tşk.

siyah-beyazın gücü adına!

çüş

isyan.
(bkz. yüzsüzlük)

babayla sıradan bi akşam

national geographic izliyoruz, apaçilerde sünnet geleneği ile ilgili bi belgesel. dehşetengiz. babam yarım saate sızar, *kafayı sağa çevirip bakar* evet hahaha 15 dkkası var maksimum. zap'a geçti şimdi. dedem de uyudu demin. annem nerde ya?, hah mutfaktaymış.
neyse gideyim ben, henry miller'la yarım kalmış bi meselemiz var nitekim blogk.

*3 saat sonra gelen büdüt: henry'yi ektim, evet vicdan azabından yazıyorum.
kendimce sebeplerim vardı henry, gerçekteeğn.
*bir gün sonra gelen son büdüt: uyuyamayınca henry'ye sığındım. baş sıkışınca eline düşülen dost rolünü henry bakalım nereye kadar kabullenecek? coming up next on FPINOP.

ahahahaha

piçfork'dan bombalar serimizin ikinci post'uyla karşındayım blogk. fazla uzatmayacağım oku sen.

Kanye West Is Not Making Bisexual Porn, Sorry

In totally shocking news, someone in the Allhiphop forums has too much time on his hands. On Tuesday, some anonymous hater posted what he (and it's almost certainly a he) claimed were quotes from an interview Kanye West did with David Watts of the porn-biz trade rag AVN. Quotes like this: "I'm open to doing porn. Hell, I'll even do bisexual scenes - myself, another man and a woman, or just me and two women. I know people will find that as some weird shit, but I am who I am."

That quote, despite being entirely made up, made the rounds the way these things always do. AVN even ran a news story about it even though they don't actually employ a writer named David Watts, something they didn't think to factcheck. (They've since issued an apology and retraction and taken the offending story down from their website.) According to AVN, the makers of the Blackzilla porn flick series even tried to get Kanye to star in one of their movies, and their offer still stands even though Kanye didn't actually say that stuff.

Kanye, of course, objected to AVN's breaking its usually rigorous journalistic standards, and responded with another of his now-trademark enraged all-caps blog rants: "PLEASE I BEG YOU, GIVE ME A BREAK!!!!PLEEEEEEEEEEEEEASE!!!!!!!!!!!!!!!! LET ME BE GREAT!!! WHO HAVE I HURT SO BAD THAT THEY WANT TO DESTROY ME? WHO HAVE I EVER SPOKE ABOUT SO NEGATIVELY? I JUST WAS SPEAKING WITH OUR NEW PRESIDENT TWO DAYS AGO... AND NOW THIS...." Let Kanye be great!

In that same blog post, Kanye complains about being the target of a veritable maelstrom of internet-based identity theft. According to Kanye, it goes way beyond that fake Colbert-baiting Twitter; his MySpace and even his persona Gmail have been hacked, and he's given up his Gmail altogether. And that's too bad for him because Gmail is awesome.
--------------------------------------------------------------------

hihohhehahhaaa diye güldüm blogk, kardeşim h'yi duyup odama geldi "nolayor?" diye.

nilgün sultan'dan hikmetler volume 1: çılgın

olağan bir akşam, saat 20:30 suları..
nilgün sultan sahneye girer girmez kızının yani bendenizin yatağına yönelir, 2 saattir yatağın üzerinde durmakta olan siyah deri cici kız çantasını alır ve yerine kaldırmak üzere kızına doğru yönelir:
-bak işte o gün bunu tak demiştim sana. ne güzel duruyor.
"o gün" nilgün sultanın kuzeni nursel sultana gidilen, nilgün sultanın pür heves "aman da kızımla gezmeye gidiyoruz." heyecanının tavan yaptığı, dolayısıyla da kızını süslemek için elinden geleni yaptığı gündür. kızı ise "merve'yi de ne zamandır göremiyorum yeaa" halet-i ruhiyesi içerisindedir ve "o gün" onun için herhangi bi gündür.
bunu dedikten sonra sultan kişisi "o gün" takılan çantaya döner:
-gittin şunu taktın. neyse, neyse ki tek çılgın sen değilsin.
o ana kadar pek de diyalog modunda olmayan kızın kulakları tavşan misali dikilir, gözleri büyür:
-çılgın mı? hahahaha ne? kim o diğer çılgın?
-merve canım.
-hahahaha anne çılgın dediğine inanamıyorum.
-değil misin?
-...hahahhahaha. anne.

shrink

otobüs durağında beklemekte olan 35c'nin içindeyim, pencere kenarındaki koltukta oturuyorum. az uyumuşum, sersemim, başım ufaktan ağrıyor. önce gizem geçiyor, otobüsün hemen yanındaki kaldırımdan. iyice süzüyorum, boyu uzamış, yani tabi ki uzayacak da ilkokulda çok kısa olduğu için o kadar uzamasını beklemeyeceğiniz kadar. yanında da annesi var. yüzü aynı, oynadığımız zıpırdak bi oyun sırasında kafasını sıraya çarptıktan sonra iki kaşının ortasında oluşan o yara izi de yerinde hala. sonra yine aynı yönden yine bir ilkokul arkadaşımın, buket'in, ablası geçiyor bu sefer, adını hatırlayamadığım. saçlarını sarıya boyamış, yine beyaz spor ayakkabılı :) ona da bakıyorum bi süre boş boş. sonra ilkokuldayken aşık olduğum, adının uğur olduğunu tahmin ettiğim bizim mahalleden bi çocuk geçiyor. hani böyle o yaşlarda aşık olduğunuz -burada figurative bi aşık olma tabi bahsettiğim, yoksa ne aşkı blogk ehehea bacak kadar boy ilen- birini bi 10 sene sonra filan görünce "öööğğ buna mı yaaa" olursunuz ya, öyle olmuyorum. güzel çocukmuş len hakkaten diyorum, üstü başı da düzgün mahalli rap akımına filan bulaşmamış mesela ehe :)

yok rüya değil, üç saat önce filan oldu bunlar. hayatımın beş yılı gibi bi paydada buluşan, en az üç senedir görmediğim üç kişi 15 saniye gibi çok kısa bi zaman diliminde, maksimum 15 metrekarelik bi alanda istanbul gibi kocaman bir şehirde aynı anda bulundular. birbirlerinin ve benim onları izlediğimin farkında olmadan. çok küçük ve önemsiz geliyor kulağa ama böyle şeyler beni nedense hep çok etkilemiştir. anlatmak istedim o yüzden.

yemek yemeyi unuttum.

gerçekten. ve saat 5. oha oha oha. tamam geç kalktım baya, gece de çok geç yattım, annecim çok kötü hastalandı akşam çok korkuttu beni, gece uyuyamadım filan ama..ulen nasıl unuturum yemek yemeyi ben? demin şöyle bi düşünce silsilesiyle farkettim unuttuğumu: "ben aç gibiyim ya, ne yesem ki, ayrıca niye yiyorum, bi dakika ben kahvaltı ettim mi, lan ben sadece kahve içtim bugün, saat BEŞ !! "
gidip bişeyler yiyeyim ben blogk. tevbe.

madeleine peyroux - careless love

indir / download

canlar'a gönderdim dün bu albümü blogk, burada da bulunsun istedim. madeleine peyroux 74 doğumlu amerikalı bir jazz sanatçısı. new york'ta ve güney california'da büyümüş, anne ve babasını "hippi" olarak tanımlayan madeleine, annesiyle babası o altı yaşındayken boşanınca annesiyle birlikte paris'e taşınmış ve burada müzikle ilgilenmeye başlamış. careless love ikinci albümü ve ağırlıklı olarak cover'lardan oluşuyor. dance me to the end of love, bir leonard cohen, ilk dinlediğimde mest olmama sebebiyet veren between the bars bir elliot smith, you're gonna make me lonesome when you go ise bir bob dylan cover'ı. vokal stiliyle billie holiday'e benzetilen peyroux'nın 2007 tarihli bbc jazz awards'da aldığı bir best international jazz artist ödülü de bulunmakta. böyle billie holiday, chet baker filan seviyorsan dinle blogk :)

merriweather post pavilion

aşık oldum.
çok açık oliciim blogk, birinin bana özel bi hediye alası filan gelirse, direk bu albümü alsın. evet buradan ilan ediyorum. hatta biraz paralanırsam alacağım ilk şey bu albüm olsun. çok beğendim, allah cezalarını versin. iyi ki gitmişim konsere, iyi ki.

julia fullerton-batten

çok etkileniyorum. çok. sen de bak: muhteşem!

pelforever

ödevi vardı ve de son teslim tarihi bugündü. demin mesaj çektim halledebildin mi diye, aradı, unutmuş ödevi deli. hahaha. ahahaha. çok güldüm. bu ve benzeri ve başka bissürü nedendendir seviyorum ben bu kızı çok.
bi de çıkmış, gezmiş, kuaförö gitmiş falan. deli ya bildiğin.

stalkerlık müessesesi üzerine

hepimiz şu ya da bu nedenle başkalarının hayatlarını takip etmekten zevk alıyoruz. almasaydık dinlediğimiz bi ismin nerede doğduğu, hangi etmenler üzerinden müzik yaptığını, şu an olduğundan önce nasıl olduğunu vs merak etmezdik. ki şu bahsettiklerim o kadar normal geliyor ki kulağa "stalkerlıktan bahsedecekti, şimdi ne alaka?" diyorsunuz içten içe değil mi? aslında o kadar aynı şeyler ki. o kadar hastalıklı bi mesele ki bu aslında özünde, biraz derinlikli düşündüğünüzde çok rahatsız edici oluyor. hele bi de sen ben gibi blogk, şu sayfayı kullanarak takip edilmek isteme dürtüsü de bunlarla beraber düşünüldüğünde.

bu meseleden bahsetmeyi düşündüğümde ilk aklıma gelenler bunlar değildi elbette. madem bizbizeyiz ve tam da bu meseleden konuşuyoruz, açık olayım madem, stalker ı olduğum birinin last.fm'ine baktım demin, hayır kendisini tanımıyorum. hayır arkadaşımın arkadaşının arkadaşı değil. bi şekilde last.fm sayesinde keşfettim kendisini, benim dinlediğim ve galiba sadece bu kadar delirmiş bi şekilde benim dinlediğim bir grubu o da delirmişçesine dinliyordu ve işte o kadar. dinlediği diğer şeyleri kurcaladım, onları da delice sevdim ve bu konu üzerinden giden bi paralellik yakaladım onunla. sonra blogunu yine last.fm sayfasından buldum ve ara ara girip okuyorum. ne kadar hastalıklı geliyor değil mi kulağa böyle aşama aşama okuyunca bunu? yani "kendisi, o, onun" gibi cinsiyet dahi belirtmeyen bi takım laflarla bahsettiğim insanevladının yerine kendi isminizi koyun bi de. ne kadar rahatsız olduğunuzu da bilare anlatırsınız.

ancak bu kurcalama, fazlasını daha fazlasını öğrenme, izleme saplantısı, hastalıklı yönünün yanısıra bence biraz "ben gibi bir başkası"nı bulma isteğinden de kaynaklanıyor içten içe. ya da "ben gibi ama benden şanslı, ben gibi, benim gibi konuşuyor, düşünüyor, anlaması gerektiği gibi anlıyor, görüyor ama benim yapmaya cesaret edemediklerimi de yapıyor" un adı her ne ise ondan. daha spesific olmak gerekirse, gitmek istediğiniz ve de gidemediğiniz konserlerle ilgili yorumları okumak, hatta onu da geçtim albüm yorumu okumak bile. bunların hepsi belli ölçülerde devamlılık arz ettiği noktada stalkerlık dediğimiz hadisenin ta kendisi değil mi?

şimdiye kadar verdiklerimin çok masumane örnekler olduklarının farkındayım. bütün bunlardan farklı bir de özel hayat merakı var tabii. ünlülerin özel hayatını merak etmek değil, senin benim onun özel hayatını merak etmek ve teşhir edildiği ölçüde de takip etmek. feysbuktan relationship status kollamak, ya da deviantta sevişenleri bilmek, sevgili yorumlarını takip etmek. internetle birlikte gelen öyle bi dehşet verici, bi yandan da demokratize alan var ki, hem bu bütün saydıklarımı mümkün hale getiriyor, hem de bir yandan cazip kılıyor. yani düşünsenize, istediğinizi söyleme, istediğiniz oranda saçmalama ve yayımlama hakkınız var tek bi publish post tıkıyla ve insanlar okuyor, değeri tartışılacak bir şey olsa da bir sesiniz var, o sese ayırabilecek bir alanınız, domain'iniz var. kimsenin artık dürbüne ihtiyacı yok. hepimiz röntgenciyiz ve bu bizim belki de tek full-time işimiz. mesela sen beni ismen cismen bilen bilmeyen bi şekilde buraya yolu düşmüş, bunu okurken seninle benzer özelliklere sahip olduğuna dair tahayyüllerin olan birinin gece 4te mışıl mışıl uyumak varken oturup bir şeyler yazdığını biliyor olmanın ya da ne bileyim o gecenin önceki günü içerisinde muzlu frappe içtiğini öğrenmiş olmanın hazzı dışında ne hissettin, kazandın şu sayfadan? bir düşün. bunu düşündükten sonra bir daha gelmeyecek misin mesela, "ulen banane kız napıyorsa yapıyor ben gidip bari müzik bloguna filan bakayım bir şeyler öğreneyim" diyebilecek misin? hangimiz o kadar olgunuz ki yapma allah aşkına? olgunluk da değil adı, gerçekten sıkıcı mıyız bu kadar?

bu arada bilgin olsun diye söylüyorum, arada albüm filan da link'i koyacağım ve last.fm'imi filan da kurcaladığın için biliyorsun ki güzel bir şeyler koyma ihtimalim yüksek. hani için rahatlasın arada diye söylüyorum. ha bi de şu an savoir adore dinliyorum, hayal gücün çalışşsın diye söyleyeyim dedim. emin ol seni malzemesiz bırakmayacağım sevgili stalker, "görüşürüz" de demeyeyim, "bana pageview olarak geri dönersin" artık diyeyim.

fantastikov

5 saatlik uykuyla duruyorum, tv önünde miskinleşince pc başına geçtim, ihtiyacım olan da buymuş. sabahlayana kadar charmed izleyecek enercideyim haha.
dalgalı hissiyatların günüydü bugün blogk. şöyle ki. sabah annemin beni uyandıracağına olan inancım evden çıkmam gereken saatten yarım saat önce uyanınca dayanılmaz bi şekilde sarsıldı en başta. benim geç kalmama neden olmakla kalmayıp ben kendisini uyandırmasaydım dişçi randevusuna da geç kalıyordu üstelik. her neyse, iki ayağım bi pabuca girdi haliyle, bi yandan yeterince geç kaldığımın bilinciyle evden çıkmadan bişey yemeliyim telkinleriyle koşup tost yaptım kendime. kepek ekmeğinden börek içiyle :) hissiyatım "aa iyi ya çok vaktim yok ama kotarıyorum len tostu da yolda yicem zaten" idi ta ki montumun düğmesinin 2 gün önce koptuğunu hatırlayana ve düğmeyi mümkün en sakin modumla yığın yığın olmuş yorganımın üzerinde dikene dek. her neyse, geç çıktım sonuçta evden, az uyumanın verdiği mallık ve o garip zihin açıklığı haliyle. ve evet kocamustafapaşa merkezdeki bi yandan deparlayıp bi yandan da ağzına tost sokuşturmaya çalışan, 3 bin kat giyinmiş, kırmızı bereli o tosuncuk bendim bugün.
minibüs gerçeği sayesinde 20 dakikada taksimdeydim ancak yine de kaçırdım şatılı, gözlerimin önünden geçip gitti. hayatında bi şatıl gerçeği olan her öğrencinin en az bi kere tecrübe ettiği bişeydir bu blogk, tanımlanası bi hissiyat değil, yaşaman lazım. battı balığın yan gittiği kıyılara varışın umarsızlığıyla beklerken de doğa'yla karşılaştım. "sınava geç girsem nolur yeeaa" diyen iç sesim doğa'nın "ya ben geç kalınca geriliyorum hem projeksiyon göstericekler şimdi filan" diyen dış sesine baskın çıkamadığı için de taksiye binmeye karar verdik. hayatımda daha gerçeküstü bi taksi deneyimim olmayacak blogk. o kadar eminim ki. yani ibrahim tatlıses'in yeni single'ı eşliğinde içinde çayda çıra modunda elleri yanlara sallayarak oynadığım(ız) taksi tecrübesi bile bu sabahla boy ölçüşemez. taksici beyamca kaderin çemberinin para katmanında sıkışmıştı ve söyleyecek çok şeyi vardı, biz "aydın" gençlerin dile getirmesini de istediği kendince haklı olduğu bir çok konu da. buraya kadar her şey güzeldi de, ah bi de cinnet geçirmeseydi yanımızda. çok gerildim, anlatamıyorum. bakanları öldürmekten, zengini rahat bırakmamak için evini yakmaktan, terörün aha işte tam da bu olduğundan,.. ah arkasını getiresim yok, yumruğunu direksiyona vura vura, "paralı" olduğunu varsaydığı biz özel üniversite gençlerine de kin güde güde. işin kötüsü o kadar gerildim ki bişey diyemedim, garibim doğa bi başına sakinleştirmeye çalıştı adamı. muhteşem bi başlangıçtı kısacası güne. neyse ki devamı kelimenin pozitif anlamıyla şahaneydi, sınav olabilecek en kolay murat hoca sınavıydı, sonrasında otto sefası yaptık, sonrasında o da kesmedi taksim'e geçtik, ah inci profiterolü göbeğimin sana selamı var. sonra da oh oh muzlu frappe, şahane muappet.
şu gün itibariyle sınav gerçeği-free bi ev kızıyım. bundan sonraki maksimum iki gün, türk şiiri antolojisi okuyarak ve haşim ile yahya kemal'in melaline ortak olarak geçirdiğim gecenin acısını çıkarmak adına bundan şikayet edeceğimi de pek sanmıyorum haha. iki gün sonra da görüşürüz canıms. çaav!

ps: ya teşekkür ederim demeyip merci diyen insanlar var ya hani. ne mi olmuş onlara? onlar nasıl ailelerde yetişmişler, nasıl cemiyetlerde bulunmuşlar, analarının karnından frankofon mu doğmuşlar yani nasıl olayor? bi merci desene blogk, bi göreyim ya nasıl olayor. nasıl o ağızdan merci lafı "sağolasın cigerim" rahatlığında çıkabiliyor? vallahi meraktan ya, iğnelemek için sormuyorum, latife de etmiyorum be. merak ediyorum nasıl bi hissiyat olduğunu. ben desem olmaz gibi geliyor, sen de bi bakayım olacak mı?

Elma

Şimdi sen çırılçıplak elma yiyorsun
Elma da elma ha Allahlık
Bir yarısı kırmızı bir yarısı yine kırmızı
Kuşlar uçuyor üstünde
Gökyüzü var üstünde
Hatırlanacak olursa tam üç gün önce soyunmuştun
Bir duvarın üstünde
Bir yandan elma yiyorsun kırmızı
Bir yandan sevgililerini sebil ediyorsun sıcak
İstanbul'da bir duvar

Ben de çıplağım ama elma yemiyorum
Benim öyle elmalara karnım tok
Ben böyle elmaları çok gördüm ohooo
Kuşlar uçuyor üstümde bunlar senin elmanın kuşları
Gökyüzü var üstümde bu senin elmandaki gökyüzü
Hatırlanacak olursa seninle beraber soyunmuştum
Bir kilisenin üstünde
Bir yandan çan çalıyorum büyük yaşamaklara
Bir yandan yoldan insanlar geçiyor çoğul olarak
Duvarda bir kilise
İstanbul'da bir duvar duvarda bir kilise
Sen çırılçıplak elma yiyorsun
Denizin ortasına kadar elma yiyorsun
Yüreğimin ortasına kadar elma yiyorsun
Bir yanda esaslı kederler içinde gençliğimiz
Bir yanda Sirkeci'nin tiren dolu kadınları
Adettir sadece ağızlarını öptürürler
Ayaküstü işlerini görmek yerine

Adımın bir harfini atıyorum

Cemal Süreya

(1956)

maydonoz

şimdi hasta olmamalıyım. hiç zamanı değil.
şimdi hasta olmamalıyım. hiç zamanı değil.
şimdi hasta olmamalıyım. hiç zamanı değil.

gerçekten. offff.

pel

çok seviyorum.

hayatımda yaptığım fiziksel değişimler (kilo alma/verme, saç boyatma/kestirme vs) üzerine fazlasıyla düşünemediğim gerçeğinden bi haber değildim elbette. ama bu kadar kolay ele geçirilebileceğimi bilmiyordum be blogk. küt saçlıyım şu an. çok küt değil, telefonda pelin'i rahatlatmak için söylediğim gibi; uzun küt :p

biliyorum bugün kafanı çok şişirdim ama;

conjunction'ın türkçesini unutup error verdiğimden google'ı açıp "bağlaç ola herhalde" diye sallayaraktan bağlaç yazdım ve ta-taam bağlaç'ın bir diğer adının da rabıt edatı olduğunu öğrendim. ah blogk, nedir bu vikipedia'dan çektiğimiz?

şu an feysbuk listemdeki statuslerden biri şu blogk:

"...will kill her professor and laughingly tell Satan that the satisfaction was worth the consequence."

ismini yazmadım ki gelecek google searchlerinde adını bu sayfada bulup dehşetten dehşete gark olmasın garibim. buraya da arada hatırlayıp güleyim diye yazdım ehea. ehehehea.

seviyorum bu sarcasmı nabiyim. beniolduğumgibisevblogk.

insomnia

neresinden başlayacağımı bilmediğim, hatta ne ve kim hakkında yazacağımı dahi bilmediğim, teslim tarihi yarın olan bir hikaye ödevim, acayip ballı bir kardeşim, ocakta kaynayan birazdan sıcak çikolataya dönüşecek bir büyük cezve suyum, aşure yapan bir annem, artık borcunu ödemem gereken bir arkadaşım ve bir okul kütüphanesi, etrafında olup bitenlerden bi haber bir dedem, indirip de yüzüne bile bakmadığım onlarca filmim ve albümüm, sadece bir final sınavım, neden hala rüyama girdiklerini bilmediğim ve muhtemelen de hiç bilemeyeceğim halalarım, içinde fotoğraf çektiğim rüyalarım, ilgi göstermek istediğim 3 kişi, vermek istediğim 5 kilo ve de çok ama çok uykum var blogk.

glen johnson

and i've a theory of girls
they always seem to leave in the spring
as if they know that it hurts more
to carry a heartbreak through the summer

yaklaşık iki senedir dinlediğim bir albümün orta derecede sevdiğim bir şarkısı idi bu sabaha kadar. bu sabah aslında hiç gerçekten kulak vererek dinlemediğimi farkettim kendisini. odamda çorap giyerken şu dizeleri duydum ve kafayı kaldırıp laptop'a baktım sanki o an bana derdini anlatan bir arkadaşımın yaşadığı aydınlanmaya tanık olmuşumcasına.

işin güzel tarafı bu adam bunu hep yapıyor. kısacası diyorum ki,

glen, arkadaşım ol.

sahalara dönüş

sevgili blogk, (yes)
bugünün ana yemeği türk şiiri, aka LIT 401.
kendisini demin yaptığım, nick drake, madeleine peyroux, chet baker ve de archie shepp'den oluşan listemle ıslatacağım. araya da belki bir türk kahvesi alabilirim.

mutfakta neler oluyor (?!)

2025'te brokolilerin de aslında bir ağaç türü oldukları kanıtlanırsa hiç şaşırmayacağım.
tabi bu durumda biraz önce orta boy tencerede küçük bir orman haşlamış oluyorum. ve tam da şu anda o brokoli çorbasının tarifini almak için pelin'i arasam mı acaba diye düşünüyorum.

between the bars

drink up, baby, stay up all night
the things you could do, you won't but you might
the potential you'll be that you'll never see
the promises you'll only make
drink up with me now and forget all about the pressure of days
do what i say and i'll make you okay and drive them away
the images stuck in your head
people you've been before that you don't want around anymore
that push and shove and won't bend to your will
i'll keep them still
drink up, baby, look at the stars, i'll kiss you again
between the bars where i'm seeing you
there with your hands in the air waiting to finally be caught
drink up one more time and i'll make you mine
keep you apart deep in my heart separate from the rest
where i like you the best
and keep the things you forgot
the people you've been before that you don't want around anymore
that push and shove and won't bend to your will
i'll keep them still

indir / download

hayal işte

bir yer açalım, kafe gibi, içki lisansı da olsun ama şarap içsin insanlar gelip, bira değil. sonra, madeleine peyroux, chet baker, nina simone, archie shepp, nick drake çalalım, sakin sakin. çok büyük bir yer olmasın ama bir kütüphanesi olabilecek kadar da büyük olsun. insanlar gelip güzel güzel sohbet etsinler, kitaplardan konuşsunlar, hatta kütüphaneden kitapları ödünç alabilsinler, biraz forest gibi yani. pelin ve şima da haftada iki gün şarkı söylesinler mesela, bu durumda da ufak da bir sahnesi olacak tabi ki. sadece bir koltuk olsun kütüphanenin hemen yanında, kitap okumak isteyenler için. iki de masa. koltuğun önünde bir tane masa, üstünde dergiler ve de bir sürü mum. gelip gidenler arkadaşlarımız olsun, yabancıları da kendimize benzetelim :)
çok da pahalı olmasın.

ne güzel, hayal işte :)

chet baker

indir / download

şu albümü nette bulabilmek için o kadar uğraştım ki bunu tüm insanlık adına yapmaya karar verdim ey blogk! ayrıca chet baker varislerinin animal collective kadar azimli olmadıklarını düşündüğümden şu linkin bana bir web sheriff olarak geri dönmeyeceğine dair saf ve temiz hissiyatlar içerisindeyim.
mevzuu bahis olan albüm chet baker'ın "chet" isimli ve 58 tarihli albümü. torrent sitelerinden belki bulabilirsiniz, nitekim ben de öyle edindim fekat seed çok az olduğu için epeyce bekledim. bir de ece erken sözlük için neyse, chet baker da sanırım soulseek için o. günün herhangi bir diliminde chet baker ismini soulseek'te aratan ve bir sonuca erişen bir şanslı kişiye kahve ısmarlayacağım.

ps 1: Best of Chet Baker Sings isimli albümü de şiddetle tavsiye ederim. kendisi en azından aynı dertten muzdarip değil, rahatça edinebiliyorsunuz ve de en güzeli chet baker'ın o şahane vokalini de duyabiliyorsunuz albümde.

ps 2 : demin albümün yayınlandığı tarihi öğrenmek için vikipedia'ya baktım ve trumpet'in borazan olarak çevirildiğini gördüm :?

download çılgınlığı-

-mı kontrol edemiyorum blogk. indirdiklerimle izlediklerim/dinlediklerim arasında ters oran var resmen. neye yetişmeye çalışıyorum bilmiyorum ama şunu biliyorum ki her şeyi bilemezsin canım, nedir bu telaş, hı?
üstelik "tek tek"çiyim ben, karışık da sevmiyorum ki.

telef olmak

ne kadar geç yatarsan yat uyuyamamak. sabahın 8inde pes etmek ve chet baker'a sığınmak.
en acısı da hala umudunun olması. (uyumak için, yanlış olmasın :p )

pöf.

agresyon - "sen gitmek istemiyorsun"

bugün iki hastane arasında dolmuş olarak işlev gören bi taksiye acelesi olduğu gerekçesiyle binen bi hanımefendi taksinin izlemesi gereken rotayı bozma girişiminde başarısız olunca taksiciye trip attı. evet yüklem doğru, trip attı. tribi yiyen taksici de dünya üzerindeki tek akl-ı selim taksiciydi üstelik, rotayı bozmaya niyetliydi ve bu durumda annemle benim geç kalıp kalmayacağımızı anlamaya çalışıyordu sadece. garibim yediği tribin agresyonundan kurtulucam diye garip bi tür tekno sidisi taktı. "aysiyubeybişekinyores" modunda vardık hastaneye. şarkı kesmedi bi sigara yaktı hanımefendi indikten sonra.
"ben de sinirliyim abla biliyor musun?" dedi anneme en sonunda dayanamayıp.

SD- AA

(hahaha. bazı insanların tüm dünyaya sevgili tribi yapamayacaklarını öğrenmesi gerekiyor blogk. gerçekten.)

she doesn't want to be happy.

DAN: Everybody wants to be happy.
LARRY: Depressives don't. They want to be unhappy to confirm their
depression. If they were happy, they couldn't be depressed anymore.
They'd have to go out into the world and live, which can be depressing.

iricik <3

hep söylüyorum ya, başka seviyorum blogk.
amerika ellere gidiyor bu kız bir de. yok mayıs'a kadar.

irade-eplikeyşını gururla sunar

feysbukun dedikodu eplikeyşınındaki "...taklitçi midir?" sorusuna benim için evet cevabını vermiş biri var blogk. hayır, "kim bu dallama?" link'ine tıklayıp kim olduğuna bakmadım.
manyakmısınızolum.